İSLAM DİNİ ZAHİRE GÖRE HÜKMEDER
İnsanlar üzerine, yürütülecek hükümlerde zahir halleri nazari dikkate alınıp, iç halleri ise Allah'a (cc) havale edilir.
' Konu ile ilgili büyük İslam alimi imam Azam Ebu Hanefi-El Alim vel Mutealim-isimli eserinde şöyle der.
"Allah insanları, kalplerindeki şeylerinden dolayı, mümin ve kafir diye isimlendirmiştir. Çünkü Allah, kalplerde olanı bilir. Bizde insanları lisan ve davranışlarından sadır olan tasdik ve tekzip gibi zahiri hallerine göre mümin veya kafir diye isimlendiririz.
Hz. Peygamber devrinde, lisanlarıyla iman ettiklerini açıklayan münafıkları, Ashap mümin olarak isimlendiriyorlardı. Halbuki onlar kalplerindeki inkar ve tekziben dolayı Allah katında kafirdiler. Diğer bir lakım insanlarda vardır ki, müminlerin şekil ve kıyafetlerini izhar etmeyip, kafirlere ait şekli özellikleri gösterdikleri için kafir diye isimlendiriniz. Muhtemelen bunların bilgimizin dışında Allah'a olan imanları ve ibadetleri olsa da. Allah katında mümin olabilirler. Bizim onları kafir bilmemizden dolayı Allah bizi cezalandırmaz. Çünkü Allah bizi, kalblerde bulunanı ve gizli niyetleri bilmekle mükellef kılmamıştır.
Ancak Rabbimiz, insanlardan sadır olan amellere göre onları, mümin veya kafir diye isimlendirmemizi, buna göre onları sevmemizi veya sevmememizi teklif etmiştir.
Kiramen Katibin melekleri bile insanların açığa vurdukları amellerini yazmakla mükelleftirler. Kalblerde olanı ancak Allah ve Allah'ın kendisine vahyettiği Peygamberlerinden başkası bilemez. Vahiy olmadan, kalblerde bulunanı bildiğini iddia eden kimse, Allah'ın ilmine sahib olduğunu iddia etmiş olur." imam Azam -el Alim vel Mutealim-1
"Eğer tevbe eder, namaz, kılıp zekatlarını verirlerse, kendilerini serbest bırakın." (Tevbe: 5.)
Bütün İslam büyükleri bu ve buna benzer ayetleri delil alarak şehadetin zahirine hükmetmişlerdir. Hz. Ebu-Bekir(ra) bu ayeti delil alarak zekatı vermeyenler üzerine savaş açmıştır.
İslâm dininde söz ve pratiğin ne derece bir bütünlük içinde olduğunu bu ayette görmekteyiz. "Eğer tevbe ederlerse" yani La İlahe illallah der bütün putları (tağuti güçler) ret ederlerse yalnız ve yalnız Allah'ın Uluhiyetini kabul ederlerse, hemen peşinde de "namaz kılar ve zekat verirlerse peşlerini bırakırız." hükmünün gelmesi söz ve pratiğin ne nisbette bir bütünlük içinde olduğunu göstermektedir. Bu pratiğin öylesine ehemmiyeti vardı r ki, yerine getirilmeyen tek bir tanesi için bile failine karşı harp açılır. Taki edası gerçekleşinceye kadar. Yukarda da belirttiğimiz gibi Hz. Ebubekir(ra) bunun en güzel örneğini zekat vermeyenlere karşı koyduğu tavrıyla vermiştir.
Bu ayeti kerimede ayrıca şu önemli noktayı da görmekteyiz. Bilindiği gibi genci olarak İslam'ın karşısında fiili olarak çarpışan iki grup vardır.
Kitabı olanlar ve olmayanlar. Kitabı olanlara Allah'ın bir lütfü olarak neticede eğer kabul ederlerse cizye hakkı verilmiştir. Ancak kitabi olmayanlara bu hak verilmemiştir. Belirtilen belli bir süreye kadar (bu süre -ihtilaflıdır. 4 veya 6 aydır.) Ya tevbe eder İslâm'ı kabul ederler ya da sonuna kadar kendileriyle harb etme emri verilmiştir. Serbest bırakılıp yollarına salıverilmeleri için, tevbe edip, namaz kılmaları ve zekat vermeleri şarttır.
Buhari ve Müslim de İbni Ömer(ra)'den rivayet edilen bir hadiste Allah Resulü (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: "Allâh'tan başka İlah olmadığına Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet edinceye,namazı kılıncaya ve zekatı verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum."
Bu durum gerçeklendikten sonra, onların hiç bir gizli durumlarına ve kalplerinin niyetine bakılmaksızın müslümanların lehine olan onların lehine, müslümanların aleyhine olan da onların aleyhine işler.
"Ebi Abdullah Tarık bin Esyem(ra)'dan gelen rivayete göre: Nebi (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: "Bir kimse Allah'tan başka İlah yoktur der ve insanların tapmakta oldukları Allah'tan başka mabutları inkar ederse, onun malı, canı haramdır. Gizli hallerinin hesabı ise Allah'a aittir." (Müslim.)
Hadiste şunu görmekteyiz. Bir kimse sözleriyle "La ilahe illallah" ifadesini kullandıktan sonra, hemen akabinde tapmakla olduğu Allah'tan başka bütün mabutların terki fiili olarak islenmektedir. Bundan sonra onun canı ve malı müminler üzerine haramdır. Gizli hallerinin durumu ise Allah'a havale edilmiştir.
Zira dinimiz zahire göre hükmeder. -La ilahe illallah- sözünün ifadesiyle birlikte tapmakta olduğu pullarının reddini istemesi sözlü ifadenin tek başına bir şey ifade edemeyeceğini göstermektedir. Aynı zamanda bu hadis La İlahe illallah'ın tefsiri ve bir açıklaması durumundadır. Tıpkı Cenabı Allah'ın -kim tağutu inkar eder ve Allah'a iman ederse- (Bakara, 256) Ayetinde de görüldüğü gibi imanın mevcudiyetini ve sağlam bir temele dayanması için, bulun tağutların terkini istemektedir.
"Ebu Mabet El-Miktad bin El Esved(ra)'dan rivayetle göre, şöyle demiştir: Bir gün Resulü Ekrem'e:,-Ya Resulullah, şayet kafirlerden biriyle karşılaşıp vuruşurken, elimin birini kılıçla kesip koparırda sonra benden kurtulmak için bir ağaca sığınır ve m uslum an oldum, derse bunun hakkında ne buyurursunuz:
Böyle dedikten sonra onu öldürebilir miyim? diye sordum: -Sakın öldürme, buyurdu.
Ya Resulullah, o benim elimin birini kopardıktan sonra bu sözü söyledi, dedim. Resulü Ekrem (S.A.V.) Eğer bu kelimeyi söyledikten sonra öldürürsen o adam, senin onu öldürmezden evvelki halin üzere olur. Sende onun söylediği sözü söylemeden evvelki haline düşersin.
Usame bir Zeyd (ra) bir olayı şöyle anlatır:
Resulü Ekrem bizi Cuheyne kabilesinin Huraka diyarına göndermişti. Ensar'dan bir arkadaşımla onlardan bir adama ulaştık. Adam La ilahe illallah dedi arkadaşım onu bıraktı, fakat ben mızrağımı sapladım.Ve nihayet öldürdüm.Medine dönüşümüzde Peygamber (S.A.V) vakıadan haberdar oldu ve bana ya Usame La ilahe illallah dedikten sonra o adamı öldürdün mü? buyurdu.
-Ya Resulullah hayatını kurtarmak için şehadet getirdi, dedim. Onun üzerine -La ilahe illallah- dedikten sonra öldürdün ha! buyurdu ve bu sözü (bir kaç kere) tekrarladı. Bu vakıadan evvel müslüman olmamış olsaydım diye temennide bile bulundum. -Buhari- Müslim.
Bu hadiste de anlaşıldığı gibi, bir kişi hangi şartlar altında olursa olsun iman eder, İslâm'a teslim olursa onun kalbinin niyetine bakılmaksızın mümin addedilir. Kanı ve malı muhterem sayılır. Bu durum iman noktasında böyle olunca küfür noktasında da aynıdır.
Tağuti güçlerin varlığını kabul eden, her münasebetle onları destekleyen ve onaylayan bir insan, niyetinin onları sevmek veya desteklemek olmadığını söylese de mümin sayılamaz. Yukarda da belirttiğimiz gibi niyetlerin ve gizli hallerin durumu Allah'a aittir.
-Abdullah bin Utbe bin Mesut anlatıyor. Hz. Ömer'den işinim, insanlar Resulullah zamanında vahy ile muaheze olunurlardı. (Peygamberin vefatı üzerine) vahyin arkası kesilmiş bulunuyor. Bugün sizi gördüğümüz amellerinizden dolayı muaheze ederiz. Bize hayır ve adalet izhar eden kimseyi emin sayar ve onu muhterem tanırız. Onların gizli hallerini araştırmak bize düşmez. Gizli hallerinin hesabını da Allah görür. Bize fena hal gösterenlerden de emin olmayız. Niyetinin iyi olduğunu söylese bile inanmayız. -Buhari-
Çoğu kez pratik şekilde tezahür eden mana dille ifade edilenden daha kuvvetlidir. Cenabı Allah'ın Ehli Kitab hakkında "işittik ve isyan ettik" ifadesini bir çok müfessir şöyle açıklar:
Aslında onlar "işittik" dediler, ama "asi olduk" demediler. "Asi olduk" şeklinde ifade edilişi davranışların söz şeklindeki bir tasviridir, "işittik" dedikleri halde, davranışlarıyla hep işittikleri hakka muhalefet ettiler. Bu şekliyle "isyan etlik" demiş oluyorlardı. Zaten gerçek itaat bilfiil harekettir.
İslâm literatüründeki hukuki anlayış sözle hareketin uygunluğuna göredir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder