İncil'de Hz. İsa'ya; "Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya ver" sözü atfedilmiştir. Bunu temel alan Hristiyan Batı dünyasında din, dünya işlerinden uzaklaştırılarak devletten dışlanmıştır. Hristiyanlık böyle bir ayırıma müsaitti. Aynı yolu İslâm dünyasında da uygulamaya kalkanlar, İslâm'da böyle bir ayrılık sözkonusu olmadığından, Batı'daki özgürlük ortamına aykırı olarak baskıcı bir laiklik anlayışına yol açtılar.
Laiklik, İslâm için anlamsızdır. İslâm'da dünya işleri ayrı bir alan teşkil etmez. Hayatın bütün yönleri bir bütün olup, hepsi de vahiy temeline dayanır. Ayrıca "Dinde zorlama yoktur" buyruğunu da çarpıtarak, bu emri müslümanlar aleyhine çevirmek, akla ve mantığa uymayan açık bir iftiradan, yakıştırmadan başka birşey değildir. Devlet otoritesi. dinden ayrılıp tek başına kalacak, ya da din, devlet otoritesinden mahrum kalacak olursa, insanların halleri bozulur; düzeni kalmaz (İbn Teymiyye, Mecmuu'l-Fetâvâ, XXVIII, 394) diyen İbn Teymiyye, hem İslâm açısından, hem de sosyal bakımdan laikliğin ne denli bir çıkmaz olduğuna işaret etmektedir. Yunus sûresinde yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bize kavuşacaklarını ummayanlar, dünya hayatından hoşnut olup onunla (yetinip) tatmin olanları ve âyetlerimizden gafil olanlar, işte onların kazandıkları yüzünden varacakları yer ateştir." (Yunus, 10/7, 8).
İslâm'da da seçim ilkesi vardır diye İslâm'la demokrasi arasında bağlantı kurmak da bir aldatmacadır. Böyle bir tutarsız iddia, müslümanları demokratikleştirmek ve asıl gayelerini unutturmak için kurulmuş bir tuzaktır. Halkın seçtiği veya atanmış kişilerin yaptığı kanunlar lâiktir ve dîne karşıdır. Oysa İslâmî devlette ulû'lemr; sadece tebliğ edilene uymakla mükelleftir. Ayrıca demokrasi, çoğunluk rejimidir. Oysa "Eğer sen, yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen seni Allah yolundan saptırırlar..." (el-En'am, 6/116) buyruğu, dikkatimizi çoğunluğun, hakkı bulmakta bir ölçü olamayacağı gerçeğine çekmektedir.
Diğer taraftan demokrasi, temelde siyasî partilere dayalı, kavgacılığa açık bir rejimdir. Dolayısıyla şeytanî bir yönü vardır. Buna göre; İslâm devletinin en karakteristik özelliği olan İslâm hâkimiyet anlayışının ana çizgilerini, şöylece maddeleştirebiliriz:
1- Kâinâttaki hükümler ile insanların hayatlarında uygulamaları için konmuş hükümlerin kaynağı (Şârii) birdir; o da Allah Teâlâ'dır.
2- Allah'ın hâkimiyeti karşısında zorunlu olarak tüm insanların mevkii birdir ve aynıdır.
3- İnsanın bu kanunlar karşısındaki durumu, âlimin tabiat kanunlarını keşfetmesi gibi, bu ilâhi hükümleri anlamaya çalışmaktan ibarettir.
4- Dolayısıyla insan, kudretinin engelleyemeyeceği ve elindeki kudretlerin değiştiremeyeceği bir ilâhi kanunlar mecmuasıyla karşı karşıyadır. Bunun için siyasî hâkimiyet de yalnız ve yalnız Allah'a ait olacaktır. İnsan bunları uygulamakla görevlendirilmiştir. O, hukûkî ve siyasî anlamda hâkim olamaz.
5- Mutlak ve sınırlandırılamaz hâkimiyet yalnız ve yalnız Allah'ındır. İnsanlar Allah'ın halifesi olarak bu hükümleri uygularlar. (Prof. Dr. Harun Han Şirvanî, İslam'da Siyâsi Düşünce ve İdâre, Çev. Kemal Kuşçu, İstanbul 1965, 21; Ebu'l-Ala Mavdudi, İslâm'da Siyâset Nizamı, Çev,. A. Zengin, İstanbul (t.y.), 25; el-Amidi, el-İhkâm, Kahire 1387/1967, I, 76; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-i İslamiye ve Istılahât-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1967, I, 216).
FİLİSTİNİN TAPUSU.BİZİM ELİMİZDE
-
2014 YILINDAN BER, İSRAİLİN UÇAK YAKITI TÜRKİYEDEN GİDİYOR.ÜZGÜNÜM.
İSRAİL İŞGALCİFİR.GELDİĞİYERE SÜRÜLMELİ. ERDOĞAN,KUDÜSÜ İSRAİLE
SATTI.>>https://yo...
1 yıl önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder