20 Eylül 2007 Perşembe

14 Eylül 2007 Cuma

Kimler oruç Tutacak?

(BAKARA suresi 184. ayet)

أَيَّامًا مَّعْدُودَاتٍ فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَن تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ وَأَن تَصُومُواْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ

Diyanet AçıklamalıSayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

ZEKERYA HOCANIN SAPIK FETVASI
Her müslüman orucunu tutar,oruç Kul ile Allah rasında olan bir ibadettir.Ancak.Zekeriya Beyaz.güya ilahiyatçı bir din adamı sıfatıyla ŞowTV,de konuşuyor.
Diyorki:Başta.Cumhur başkanı.Başbakan,Hakim ve Savcılar oruç tutmasada olur.Oruçlarını yiyebilirler.
Yukarda ki ayeti,misal gösteriyormuş.Be adam o zaman herkes kendine göre sorumlu iş yapmaktadır,herkes iş münasebetiyle orucunu yesin olurmu?.Bu saçma sapan fetvaları la ne yapmak istiyorsun?,sen yiyebilirsin,zaten islamla alakan yoktur,ama başkalarının oruç yemesini neden sağlıyorsun?,oruç tutuyorsalar sana ne,?.sen kimsin?,Dinden ne anlarsın? ki senin dediğin olsun.
Eyvallah muhasabeci,mühendis,inşaatçılar da yesin,hele hele o fabrikalarda yaşıyanlarda yesin olurmu?,sana göre olur çünkü sen Kuranı anlıyamazsın,Peygamberi anlıyamazsın.Hz.Peygamberde bir devlet reisiydi orucunu yedimi?,Hulefai raşidinden hangisi orucunu yedi de sen yemek istiyorsun.hadi ordan zırbalama.
Lekum dinukum veliyedin=sizin dininiz size benimki bana.
Sen ye ama başkalarına yeyiniz demeye hakkın yoktur.Bu bir sapıklıktır.

İşte Haber:>> http://www.kralmagazin.com/news_detail.php?id=132032

Oruç Tutmamayı gerektiren Haller

==================

8 Eylül 2007 Cumartesi

KADER ve KAZAYA İMAN

KADER VE KAZA NEYE DENİR
İmanın şartlarından altıncısı, kader ve kazaya, iyilik ve kötülüğün Allah'ın yaratmasıyla olduğuna inanmaktır.
Dini Terim Olarak Kader ve Kazanın Anlamları;
Kader: Kâinatta, olacak şeylerin zamanını, yerini, özelliklerini ve nasıl olacaklarını Allah'ın ezelde bilmesi ve takdir etmesine kader denir.
Kaza: Allah'ın ezelde takdir ettiği şeyleri zamanı gelince bu takdire uygun olarak yaratmasına kaza denir.
Kaderi bir plâna benzetirsek, Kaza da plâna uygun olarak o şeyin yapılmasıdır. Kâinatta meydana gelen her şey, Allah'ın bilmesi, dilemesi ve yaratması iledir. O'ndan başka yaratıcı yoktur.
Kader ve kazaya iman etmek, hayır ve şer, iyi ve kötü her şeyin Allah tarafından takdir edilmesine, belirlenmesine ve zamanı gelince belirlendiği gibi yine Allah tarafından yaratılmasına inanmak demektir.
İNSANIN SORUMLULUĞU
İnsanın İşleri İki Kısımdır:
Birincisi, kendi isteği dışında Allah'ın yaratması ile olan işlerdir. Bir hastalıktan dolayı elinin titremesi, kalbinin çalışması, boyunun kısa veya uzun olması gibi. Bunlar doğrudan doğruya Allah'ın dilemesi ve yaratması ile meydana geldiğinden insan bu işlerden sorumlu değildir.
İkincisi, insanın isteğine bağlı olarak Allah'ın yaratması ile olan işlerdir, insanın oturup kalkması, yürümesi, elleri ve diğer organları ile yaptığı işler kendi isteğine göre Allah'ın yaratması ile meydana geldiğinden insan bu işlerden sorumludur.
Her şeyi takdir eden ve yaratan Allah'tır. Ancak, herhangi bir işi yapıp yapmamakta Allah insana bîr irade, yani seçme hürriyeti vermiştir. İnsan bu irade ile iyilik etmeyi seçer, gücünü de bunu yapmak için kullanırsa Allah, iyiliği yaratır. Eğer insan kötülük yapmayı seçer, gücünü de bunu yapmak için kullanırsa Allah kötülüğü yaratır.
Görülüyor ki, insan neyi yapmak isterse Allah onu yaratır. "Hayır ve şer Allah'tandır. Yâni iyilik ve kötülük Allah'ın yaratması iledir." sözünün anlamı budur.
İnsanın yaptığı işlerden sorumlu tutulmasının sebebi, işte bu seçme hürriyetine sahip olması ve gücünü tercih ettiği şeyi yapmak için kullanmasıdır. Bunun içindir ki her insan iradesi ile yaptığı işlerden sorumludur. Hayır işlemiş ise, mükâfatını, kötülük yapmışsa cezasını görecektir.
KADER VE KAZAYA İNANMANIN FAYDALARI
Kadere inanan insan, kâinatta her şeyin Allah'ın takdiri ve yaratmasıyla meydana geldiğini, ancak kendisine de bir seçme hürriyeti ve iş yapma gücü verildiğini bilir. Bu inanca sahip olan bir kimse, hayatta başarıya ulaşmak için bütün gücü ile çalışır, hiçbir şeyden yılmaz. Çünkü insan, iradesini ve gücünü bir işi yapmaya yöneltirse o işi Allah'ın yaratacağına ve kendisini başarıya ulaştıracağına inanır.
İnsan kendi isteği ile yaptığı işlerden sorumlu tutulacağını bildiği için seçme hürriyetini iyi işlere kullanır. Cezayı gerektiren işlerden sakınır. Böylece kader inancı, insanın hem çalışma gücünü artırır, hem de kişiye sorumluluk duygusu kazandırır.
Kadere inanan bir kimse çalışmalarında başarılı olamadığı veya bir felâketle karşılaştığı durumlarda karamsarlığa düşmez, morali bozulmaz. Çünkü, Allah'ın her işinde bir gaye ve hikmet olduğunu, insanın sınırlı güce sahip bir varlık olarak yaratıldığını, gücünün yetmeyeceği işlerden sorumlu olmayacağını bilir ve Allah'ın takdirine boyun eğer, ona sığınır. Bu inanç, insana rahatlık verir, üzüntüsünü giderir.
Kader inancı bize, kâinatta her şeyin bir plân dahilinde ve bir gayeye yönelik olarak varedildiğini, her şeyin bir sebebi olduğunu öğretir.
Bu inançla insan hayatta başarıya ulaşmanın yollarını ve sebeplerini araştırarak üzerine düşen görevleri yerine getirmeye çalışır.
TEVEKKÜL VE ÇALIŞMAK
Tevekkül, yapacağımız herhangi bir iş için bütün gücümüzle çalışıp elimizden geleni yaptıktan sonra, sonucu Allah'tan beklemektir.
Bunu bir misal ile açıklayalım:
Tarlasından iyi bir ürün almak isteyen bîr çiftçi; önce tarlayı güzelce sürüp tohumu eker, gübresini atar, gerekirse sulamasını da yapar. Ekinin zararlılardan korunması için her türlü tedbiri de aldıktan sonra gerisini Allah'a bırakır, O'na güvenir. Çünkü çiftçi, elinden geleni yapmıştır. Artık ekinin büyümesi ve ürün vermesi için Allah'a güvenecek, sonucu O'ndan bekleyecektir. Gerçek tevekkül budur.
Yoksa hiç çalışmadan bir işin oluvermesini istemek ve sonucunu Allah'tan beklemek, tevekkül değildir. Müslümana yakışmayan yanlış bir düşüncedir.
Devesini dışarda bağlamayıp salıveren ve Allah'a tevekkül ettim diyen bir kişiye peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Önce deveni bağla, sonra tevekkül et." (Keşfu'l-Hafa, c. 1, s. 144) Peygamberimizin bu mübarek sözlerinden anlaşılıyor ki müslüman önce elinden geleni yapacak, sonra Allah'a tevekkül edecektir.
Namaz kılmak, oruç tutmak nasıl dinî bir görev ise, geçimini sağlamak için çalışıp kazanmak da ibadet değeri taşıyan bir görevdir.
Yüce Allah:
"Namaz kılınınca yeryüzüne dağılın ve Allah'ın fazlından nasibinizi arayın." (Cuma sûresi, 10.) buyurmuştur.
Sevgili Peygamberimiz de;
Helâl kazanç aramanın farz olduğunu bildirmiştir. (Keşfu'l-Hafa, c. 3, s.46) Hz. Ömer şöyle demiştir: "Hiç biriniz rızkını aramaktan vazgeçip Allah'ım bana rızık ver demesin, biliyorsunuz ki, gökten ne altın yağar ne de gümüş." (Şerhu Ayni'l-İlm, c.1, s.182)
Görülüyor ki, çalışmak dinimizin emri, müslümanın görevidir. Bir işi başarmak için önce elimizden geleni yapacağız, bütün gücümüzle çalışacağız. Sonra bizi başarıya ulaştırmasını Allah'tan bekleyeceğiz, O'na güveneceğiz.

AHİRET GÜNÜNE İMAN

AHİRET GÜNÜNE İMAN NE DEMEKTİR
İmanın şartlarından beşincisi "Ahiret Gününe İnanmak"tır. İnsanların ve diğer canlıların bir sonu olduğu gibi üzerinde yaşadığımız dünyanında bir gün sonu gelecektir. Allah'ın takdir ettiği zaman gelince görevli melek israfil, "Sûr" denilen bir şeye üfürecek ve bundan çıkacak çok müthiş bir sesin tesiri ile (Allah'ın diledikleri dışında) bütün canlılar ölecek, yer ve göklerin düzeni bozularak kâinat yeni bir şekil alacaktır.
Kıyamet denilen bu olaydan bir süre geçtikten sonra Allah'ın emriyle İsrafil, "Sûr'a" ikinci defa üfürecek ve bütün insanlar yeniden dirilerek "Mahşer" denilen toplanma yerine çağrılacaktır. Burada herkes Allah'ın huzuruna çıkarılacak ve dünyada yaptıklarından sorguya çekilecektir. "Kirâmen Kâtibin" melekleri tarafından iyilik ve kötülüklerin yazıldığı "Amel defterleri" insanın eline verilecek ve herkes dünyada yaptıklarını amel defterinde görüp okuyacaktır.
Dünyada gizli ve açık işlenen bütün suçlar ortaya çıkarılacak, iyilik ve kötülükler çok hassas olan adalet terazisinde tartılacak ve insan dünyada yaptıklarının karşılığını görecektir.
İnsan dünyada ne ekmiş ise ahirette onu biçecek, İlâhî adalet yerini bulacak ve hiç kimse haksızlığa uğratılmayacaktır.
Sevgili Peygamberimiz şöyle haber veriyor:
"Kıyamet gününde insan dört şeyden sorguya çekilmedikçe Allah'ın huzurundan ayrılamaz:
- Ömrünü nerede geçirdiğinden,
- Vücudunu nerede yıprattığından,
- Malını nereden kazanıp nereye harcadığından,
- Bildiği ile ne amel ettiğinden"
(Et-Terğib ve't-Terhib c.1, s.125.)

Bu yeniden diriliş ile başlayan ve sonsuza kadar devam edecek olan zamana "Ahiret Günü" denir. İşte, bütün insanların öldükten sonra yeniden dirilmesine ve ondan sonra devam edecek olan sonsuz hayata inanmak, imanın en önemli esaslarından biridir.
AHİRETE İMAN'IN FAYDALARI
a) Ahiret gününe inanmak insana sorumluluk duygusu kazandırır. Sorumluluk duygusu taşıyan bir insan davranışlarına dikkat eder.
Âhirete inanmak demek; öldükten sonra tekrar dirileceğimize ve dünyada yaptığımız işlerden Allah'ın huzurunda hesap vereceğimize, iyilik yapanların mükâfat göreceklerine, kötülük işleyenlerin cezalandırılacaklarına inanmak demektir. Bu inanç insanı kötülük yapmaktan sakındırır, iyiliğe ve doğruluğa yönelterek ahlâk ve fazilet sahibi yapar. Bu inanca sahip insanlardan meydana gelen bir toplulukta hiç kimse başkasına zarar vermez, herkes birbirinin hakkına saygı gösterir, elinden geldiğince iyilik yapar. Bu davranışlar kişiler arasında karşılıklı olarak sevgi ve güven duygularını geliştirir. Fertlerin iyi ahlâklı olmasında, toplumun huzur ve güveninin sağlanmasında ahiret inancının çok önemli rolü vardır.
b) Âhirete inanan kimse, geçici olan dünyada, daha yüksek ve sonsuz bir hayata hazırlanır. Uzun bir yolculuğa çıkacak olan bir insan yeteri kadar harçlık alır, hazırlık yapar. Harçlık almadan, hazırlık yapmadan yola çıkmaz.
Halbuki öldükten sonra devam edecek olan ahiret yolculuğu, dünya üzerinde yapılan yolculuklardan çok daha uzun ve önemlidir.
Bu sebeple ahiret için daha çok azık edinmemiz ve hazırlık yapmamız gerekmektedir.
Ahiret gününe inanan kişi, Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmak suretiyle ahiret hazırlığını yapmış olur. Hazırlıklı olarak yola çıkanlar daha yüksek bir hayata geçeceklerdir. Yüce Allah bu konuda "Azık edinin" buyurarak hazırlık yapmamızı istemektedir.
Ahiret için hazırlık yapmayanlar ölüm anında gerçekleri görecek ve Allah'ın emirlerini yapmak için dünya hayatına geri dönmek isteyeceklerdir. Ancak iş işten geçmiş olduğu için bu istek kabul edilmeyecektir. Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber veriliyor:
"Onlardan birine ölüm gelince: Rabbim! Beni geri çevir. Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar iyi iş işlerim, der."
(Mu'minûn sûresi, 100.)
c) Ahiret gününe inanmak insanı teselli eder, üzüntüsünü azaltır. Şöyle ki:
Dünyada nice iyi insanlar, iyiliklerinin karşılığını görmeden; haksızlığa uğrayanlar hakkını almadan; nice zâlimler de cezasını çekmeden ölüp gitmektedirler. Haklı ile haksızın, İyi ile kötünün ayrılacağı ve herkesin yaptığının tam olarak karşılığını bulacağı gün, ahiret günüdür.
Ahiret gününde ilâhi adalet yerini bulacak; iyilik yapanlara iyiliklerinin müfkâfatı bol bol verilecek; haksızlığa uğrayanlar eksiksiz olarak haklarını alacak; zalimlerin yaptığı yanında kalmayacak, hak ettikleri cezayı bulacaklardır. İşte bu inanç, insana huzur verir, üzüntülerini azaltır.
ÖLÜM
Her insanın dünyada yaşayacağı belirli bir süre vardır. Bu süre bitince insan ölür. İnsan, beden ve ruhun birleşmesinden meydana gelen bir varlıktır. Bedenimize canlılık ve hareket veren ruhtur. Allah'ın takdir ettiği zaman gelince ruh bedenden ayrılır. Ruhun bedenden ayrılması olayına "ölüm" denir. Ölüm, her insan için takdir edilmiştir. Bundan kurtuluş yoktur.
Bu gerçek Kur'an-ı Kerim'de şöyle bildiriliyor: "Her canlı ölümü tadacaktır."
(Âl-i İmrân sûresi, 185.)
"Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir." (Nisâ sûresi, 78.)
Ölüm, yok olmak demek değildir. Geçici olan dünya hayatından sonsuz olan ahiret hayatına geçiştir. Allah'a karşı görevini yapanlar için ölüm, daha yüksek hayata kavuşmak için açılan bir kapıdır.
KABİR
İnsanın ölümünden, kıyamet günü yeniden dirilmesine kadar geçecek olan zamana "kabir hayâtı"; bu zaman içinde bulunacağı yere de "kabir" denir. İnsan ölünce bedeni çürür, toprağa karışır, fakat bedenden ayrılan ruhu ölmez. İnsan kabire konulunca Münker ve Nekir adındaki melekler tarafından sorguya çekilir. Sorulara doğru cevap verenler için kabir, bir istirahat yeri; cevap veremeyenler için ise azap yeri olacaktır.
Peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz kabrin durumunu şöyle açıklıyor:
"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur."
(Keşfu'l-Hafa, c.2, s.90)
Kabir, Allah'a karşı görevlerini yapan, insanlara iyilikte bulunan kimselerin istirahat edeceği bir cennet bahçesi; görevini yapmayanların azap göreceği bir cehennem çukuru olacaktır.
MÜKÂFAT, CEZA, CENNET VE CEHENNEM
Yapılan iyiliğe verilen karşılık "mükâfat"; işlenen kötülüğün karşılığı da "ceza "dır.
İnsanlar bu dünyaya imtihan edilmek üzere gönderilmiş, yapmakla yükümlü oldukları görevler kendilerine bildirilmiştir. Allah'ın emirlerini yerine getiren, yasak ettiği şeylerden sakınan ve insanlara iyilik yapanlar imtihanı kazanmış olacak ve karşılığında kendilerine büyük mükâfat verilecektir. Herkes dünyada yaptığının karşılığını ahirette eksiksiz olarak görecektir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kıyamet günü doğru teraziler kurarız: hiç bir kimse, hiç bir haksızlığa uğratılmaz."
(Enbiya sûresi, 47.)
"Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür." (Zilzal sûresi, 7-8)
Cennet mü'minler için hazırlanmış mükâfat yeridir.
Cennette, bu dünyada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç bir insanın hayalinden geçmeyen nimetler vardır. Cennet, insanın kalbinden geçen ve hoşuna giden her şeyi devamlı olarak bulacağı eşsiz güzeliklerle dolu bir yerdir. Orada her şey insanın gönlüne göredir, neyi arzu ederse anında yanında hazır olacaktır.
Cennette, hastalık, korku ve üzüntü yoktur. Orada insan hep genç yaşta kalacak, ihtiyarlamayacaktır. Cennette hayat sonsuzdur. Ölüm yoktur. Oraya giren bir daha çıkmayacak, canı ne isterse onu bulacak, zevk ve safa içinde sonsuza kadar devam edecektir.
Kur'an-ı Kerim'de bu konuda şöyle buyuruluyor:
"İman edip iyi, yararlı işler yapan kimseler cennetlik olanlardır; onlar orada ebedî kalacaklardır."
(Bakara sûresi, 82)
"Orada onlar için diledikleri her şey var ve yanımızda fazlası da var." (Kaf sûresi, 35)
Allah'a karşı görevlerini yapmayan, haramlardan sakınmayan ve insanlara kötülük edenler bu davranışlarının karşılığı olarak cehennemde cezalandırılacaktır.
Cehennem, iman etmeyenler ile inandığı halde günah işleyenlerin ahirette ateşle cezalandırılacakları yerdir, imansız ölenler burada sonsuz olarak kalacaklardır.
İnandığı halde, Allah'ın emirlerine uygun hareket etmeyen, dini görevlerini yerine getirmeyenler, belirli bir süre cehennemde kalıp cezalarını çektikten sonra çıkacak ve cennete gireceklerdir. Kâfirler ve münafıklar ise ebedî olarak cehennemde kalacaklardır.
Kur'an-ı Kerim'de kâfir ve münafıkların durumu şöyle bildiriliyor:
"İnkâr eden kimseler ve ayetlerimizi yalan sayanlar cehennemlik olanlardır. Onlar orada temelli kalacaklardır."
(Bakara sûresi, 39)
"Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara yardımcı bulamayacaksın."
(Nisa sûresi, 145).
KIYAMET ALAMETLERİ
Kıyametin alâmetlerine gelince: Bunlar, Eşrat-ı Saat (Kıyamet Alametleri) denen bazı tuhaf ve çirkin olağanüstü olaylardır. Bunların meydana geleceğini Peygamber efendimiz bildirmiştir. Başlıcaları şunlardır;
1) Din konusunda bilgisizliğin her tarafa yayılması, sarhoşluk veren şeylerin içilmesi, zina ve benzeri kötülüklerin çoğalması, öldürme olaylarının artması... Bunlara küçük alâmetler denir.
2) Müminleri nezleye tutulmuş ve kafirleri sarhoş olmuş gibi yapacak bir dumanın çıkması.
3) Deccal adında bir şahsın türeyip tanrılık davasında bulunması ve sonra kaybolup gitmesi...
4) Ye'cüc ve Me'cüc adında iki milletin yeryüzüne yayılarak bir müddet bozgunculuğa çalışması...
5) Hazret-i İsa'nın gökten inerek bir müddet Peygamberimizin şeriatı ile amel etmesi...
6) "Dabbetü-l Arz" adında canlı bir yaratığın yerden çıkarak insanlara karşı sözler söylemesi...
7) Yemen tarafından korkunç bir ateş çıkarak etrafa dağılması...
8) Doğu ile batıda ve Arab yarımadasında birer büyük yer çöküntüsü olması...
9) Güneşin az bir zaman için battığı yerden doğması...
Bu alametlere de, Büyük Alametler denir.

PEYGAMBERLERE İMAN

PEYGAMBERLİK VE PEYGAMBERLERE OLAN İHTİYAÇ
İmanın altı şartından dördüncüsü, peygamberelere inanmaktır.
Peygamberlik, Allah ile insanlar arasında bir elçilik görevidir. Allah, bu göreve lâyık olan en iyi kullarını seçer.
Peygamberler insanlara yol gösterici olarak gönderilmiştir. İnsanların böyle yol göstericilere ihtiyacı vardır.
Çünkü; insanlar kendi akılları ile Allah'ın varlığını anlayabilirlerse de O'nun yüksek sıfatlarını kavrayamazlar. Allah'a nasıl ibadet edileceğini, Ahiret hayatını ve burada kimlere mükâfat verileceğini, kimlerin ceza göreceğini, dünya ve ahiret mutluluğunun nasıl kazanılacağını bilemezler.
İşte, bu gerçekleri insanlara öğretmek, dünya ve ahirette mutlu olmanın yollarını göstermek için Yüce Allah Peygamberlerini görevlendirmiştir.
PEYGAMBERLERİN GÖREVLERİ
Peygamberler en doğru bir şekilde insanlara Allah'ı tanıtmışlar, inanç esaslarını, ibadet şekillerini öğretmişlerdir. Dinî hükümleri ve güzel ahlâk ilkelerini açıklamışlar, kendileri de söylediklerini yaparak insanlara örnek olmuşlardır.
Peygamberler, en güç şartlarda bile görevlerini yapmışlar, inanmayanlara karşı peygamber olduklarını ispatlamak için hiç kimsenin yapamayacağı olağanüstü olaylar meydana getirmişler, mucizeler göstermişlerdir. Allah'ın emirlerini yapanları cennetle müjdelemişler, yapmayanların ise cehennem azabı ile cezalandırılacaklarını haber vermişlerdir.
PEYGAMBERLERİN ÖZELLİKLERİ
Peygamberler, her türlü ahlâk güzelliğine sahip örnek insanlardır. Onlarda bulunması gereken bazı özellikler şunlardır:
1–Sıdk: Doğruluk demektir. Peygamberler son derece doğru insanlardır. Asla yalan söylemezler. Oldu dedikleri olmuştur, olacak dedikleri zamanı gelince mutlaka olacaktır.
2–Emânet: Güvenilir olmak demektir. Peygamberler her hususta güvenilir kimselerdir, emanete asla hıyanet etmezler.
3–Fetânet: Akıllı ve uyanık olmak demektir. Peygamberler akıllı, uyanık ve yüksek zekâ sahibidirler.
4–İsmet: Günah işlememek demektir. Peygamberler gizli ve açık hiçbir şekilde günah işlemezler.
5–Tebliğ: Bildirmek demektir. Peygamberler Allah'tan aldıkları dinî hükümleri olduğu gibi hiçbir değişiklik olmadan insanlara bildirmişlerdir.
KUR'AN-I KERİM'DE İSMİ GEÇEN PEYGAMBERLER
İlk peygamber Hz.Âdem (a.s.), son peygamber bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir. Bu ikisinin arasında birçok peygamber gelmiştir. Peygamberlerden yirmibeş tanesinin ismi Kur'an-ı Kerim'de geçmektedir. Ancak peygamberlerin sayısı çok daha fazladır. Biz, Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen peygamberler ile birlikte sayılarını ancak Allah'ın bildiği diğer peygamberlere de hiçbir ayırım yapmadan inanırız.
Kur'an-ı Kerim'de adları geçen peygamberler şunlardır:
1– Âdem, 2- İdris, 3-Nuh, 4-Hûd, 5-Sâlih, 6-Lût, 7- İbrahim, 8- İsmail, 9- İshak, 10- Yâkub, 11- Yûsuf, 12- Şuayb, 13- Hârun, 14-Mûsa, 15- Dâvud, 16- Süleyman, 17- Eyyûb, 18- Zülkifl, 19- Yûnus, 20- İlyas, 21- Elyesa, 22-Zekeriyya, 23- Yahya, 24- İsa, 25- Muhammed (s.a.s.)

PEYGAMBERLERİN TEBLİĞ ETTİKLERİ DİNLERDE AYNI OLAN ESASLAR
Her peygambere, Allah'ın bildirdiği din, Hak din'dir. Hak olan dinlerde değişmeyen bazı esaslar vardır. Bunlar:
1- İman Esasları,
2- İbadetler,
3- Ahlâk Kuralları
Zamanın değişmesiyle insanların durumuna ve ihtiyaçlarına göre bâzı dinî hükümler ve ibadet şekilleri değişmiş, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) in gelmesiyle son ve en mükemmel şeklini almıştır.
MUCİZE VE KERAMET NE DEMEKTİR
Mucize: Peygamberlerin, peygamber olduklarını ispat etmek için Allah'ın yardımı ile gösterdikleri olağanüstü olaylardır. Mucizeler, Peygamberliğin birer belgesidir. Peygamberlik dâvasına uygun olarak meydana gelir. Diğer insanlar, böyle olağanüstü olayları yapamaz, mucize gösteremez, çünkü buna güçleri yetmez.
Mucize göstermek peygamberlere mahsustur. Allah'ın izni ve kudreti ile meydana gelir.
Bütün peygamberler, peygamber olduklarının birer ilahî belgesi olarak mucize göstermişler, kendilerine inanmayanları âciz bırakarak susturmuşlardır.
Keramet: Allah'ın yardımı ile veli kulları tarafından meydana getirilen olağanüstü olaylardır. Böyle olağanüstü olaylar, Allah'ın veli kulları için birer keramet, tabi oldukları peygamber için birer mucize sayılır.
PEYGAMBERİMİZİN MUCİZELERİ
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğini ispat etmek amacıyla birçok mucize göstermiştir.
Bunlardan bazıları şunlardır:
a) Bir gün, ikindi namazı yaklaşmış, ancak peygamberimiz abdest suyu bulamamıştı. Bunun üzerine peygamberimize içinde azıcık su olan bir kap getirdiler. Peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz elini kabın içindeki suya koydu ve parmaklarının arasından su fışkırmaya başladı. Orada bulunan üçyüz kadar cemaat bundan abdest alıncaya kadar devam etti.
b) Peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz, Medine'deki mescidde bir hurma kütüğünün üzerine çıkarak cemaate konuşurdu. Müslümanlar çoğalınca Peygamberimiz, daha yüksek bir yerden konuşmak için üç basamaklı bir minber yaptırdı. Bir cuma günü hutbeyi bu minberden okumaya başlayınca, mescidin öbür tarafında bulunan hurma kütüğünün, peygamberimizden ayrı kaldığı için yavrusundan ayrılan bir devenin feryadı gibi inlemeye başladığı duyuldu. Bunu gören Peygamberimiz minberden inerek kütüğü kucaklayıp okşadı ve kötüğün inlemesi kesildi.
c) Peygamberimiz, hicretten bir buçuk yıl önce bir gece Burak adı verilen bir vasıta ile Mekke'deki Mescid-i Haram'dan Kudüste ki Mescid-i Aksa'ya getirilmiş, oradan da Cebrail (s.a.s.) ile birlikte göklere yükselmiştir. Allah'ın davetlisi olarak peygamberimizin yaptığı bu yolculuk kâinatta benzeri görülmemiş bir olaydır ve çok kısa bir zamanda gerçekleşmiştir. Allah'ın sonsuz kudretinin eseri olan bu olay, peygamberimizin "İsra ve Miraç" mûcizesidir
d) Peygamberimizin en büyük ve daimi mucizesi Kur'an-ı Kerim'dir. Ruhları okşayan, gönüllere huzur veren okunuşu, sayısız hikmetlerle dolu yüksek anlamı, insanlığın mutluluğu için getirdiği ölmez prensipler ve bütün çağlara ışık tutan ilmî gerçekleri ile Kur'an-ı Kerim eşsiz bir mucizedir.
PEYGAMBERİMİZİN ÖZELLİKLERİ
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammed! Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir." (Sebe sûresi, 28.)
"Ya Muhammed! De ki: Ey İnsanlar! Doğrusu ben Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim." (A'raf sûresi, 158.)
Biz müslüman olarak, hiçbir ayırım yapmadan peygamberlerin hepsine inanırız. Ancak, bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'in diğer peygamberler arasında üstün bir yeri ve özellikleri vardır.
Bu özelliklerin başlıcaları şunlardır;
1) Peygamberimiz (s.a.s.) Allah'ın en sevgili kulu, yaratılmışların en büyüğü ve en faziletlisidir.
2) Son peygamberdir, ondan sonra peygamber gelmeyecektir.
3) Bütün insanların peygamberidir. Ondan önceki peygamberler belirli milletlere gönderilmişti.
4) Peygamberliği kıyamete kadar bütün zamanları içine almıştır. Diğer peygamberlerin görevi ise belirli bir zamana mahsus idi.
5) Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini, kıyamete kadar devam edecektir.
HZ. MUHAMMED (s.a.s)'İN SON PEYGAMBER OLUŞU
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"O, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzab sûresi, 40)
Peygamberlerin en büyüğü ve en sonuncusu, bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir.
Onun tebliğ ettiği İslâm dini, son din'dîr. Allah tarafından getirdiği Kur'an-ı Kerim, bütün insanlığa seslenen Allah'ın son kitabıdır.
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in gelmesiyle peygamberlik kapısı kapanmıştır. O, yeryüzündeki bütün milletlerin peygamberidir. Bu gerçek Kur'an-ı Kerim'de açıkça bildirilmiştir.

KİTAPLARA İMAN

İLAHÎ KİTAPLAR VE SAYFALAR
İmanın altı şartından üçüncüsü, Allah'ın kitaplarına inanmaktır. Yüce Allah, kullarına peygamberleri aracılığıyla kitaplar göndermiştir. Bu kitaplarda, Allah'ın emirleri ve yasakları bildirilmiş, kulların yapması gereken görevler öğretilmiş, dünya ve ahirette mutlu olmanın yolları gösterilmiştir.
Biz müslümanlar, peygamberlere gönderilen kitapların hepsine inanıyoruz. Ancak, Kur'an-ı Kerim'den başka diğer ilâhi kitapların sonradan bozulduğunu ve değiştirildiğini de biliyoruz. Bu sebeple biz onların şimdiki bozulmuş şekline değil, peygamberlere gönderildikleri zamanki bozulmamış şekline inanıyoruz. Kur'an-ı Kerim ise, Peygamberimize indirildiği gibi titizlikle korunmuş ve hiç bir değişikliğe uğramamıştır.
Allah tarafından peygamberlere gönderilen kitaplardan bazıları birkaç sayfadan meydana gelen küçük kitaplardır. Bunlara sahîfeler anlamına gelen "SUHUF" denilmektedir.
Diğerlerine de "Dört büyük kitap" denir.
Sahifeler Şu Peygamberlere Gönderilmiştir:
1)10 sahife, Âdem Aleyhisselâm'a.
2) 50 sahife, Şit Aleyhisselâm'a.
3) 30 sahife, İdris Aleyhisselâm'a.
4) 10 sahife, İbrahim Aleyhisselâm'a.

Bunların toplamı 100 sahifedir.
Dört büyük kitap ise:
1) Tevrat, Musa Aleyhisselâm'a
2) Zebur, Davut Aleyhisselâm'a
3) İncil, İsâ Aleyhisselâm'a
4)Kur'an-ı Kerim, bizim peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a gönderilmiştir.

KUR'AN-I KERİMİN NAZİL OLUŞU
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), kendisine peygamberlik görevi verilmeden önce bir süre Mekke yakınındaki Hira dağında bir mağaraya çekilir, Allah'ın büyüklüğünü düşünmekle meşgul olurdu.
610 yılının Ramazan ayında bir Pazartesi gecesi yine Hira'daki mağaraya çekilmiş, gönlü ve bütün varlığı ile Allah'a yönelmişti. İşte bu sırada meleklerin en büyüğü olan Cebrail (a.s.), Allah'ın emriyle peygemberimize gelerek "Oku" dedi ve bu emri üç defa tekrarladı. Sevgili Peygamberimiz, "ne okuyayım" deyince Cebrail (a.s.), Kur'an-ı Kerim'den beş âyeti tebliğ etti. Böylece ilk vahy geldi ve Kur'an-ı Kerim nazil olmaya başladı.
İlk vahy geldiği zaman peygamberimiz (s.a.s.) kırk yaşında idi. İlk defa inen ve Kur'an-ı Kerim'de Alâk Sûresinin başında yer alan bu beş âyetin anlamı şöyledir:
1- "Yaratan Rabbinin adıyla oku."
2-"O, insanı bir kan pıhtısından yarattı."
3- "Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir."
4- "Ki kalemle (Yazı yazmayı) öğreten O'dur."
5- "İnsana bilmediğini O öğretti."

Kur'an'ın inmeye başlamasıyla Hz. Muhammed (s.a.s.)'e son Peygamber olduğu bildirildi. Kurran-ı Kerim, bazen ayet-ayet, bazen de sûreler hâlinde parça-parça inerek 23 senede tamamlandı. Ayetler, çoğu zaman bir soru veya bir olay üzerine inerdi. Âyetlerin inmesine sebep olan soru ve olaylara "sebeb-i nüzul" denir.
KUR'AN-I KERİM'İN YAZILIŞI VE MUSHAF HÂLİNE GETİRİLİŞİ
Kur'an âyetleri geldikçe Peygamberimiz (s.a.s.), vahy kâtiplerini çağırır, âyetleri hangi surenin, neresine yazılacağını gösterirdi. Vahy kâtipleri de gösterildiği gibi yazarlardı. Nazil olan ayetleri Ashab-ı Kiram okur ve birçoğu da ezberlerdi. Böylece Kur'an-ı Kerim, hem yazılarak, hem de ezberlenerek peygamberimizin gününde muhafaza edilmiştir.
Peygamberimizin sağlığında âyetler inmeye devam ettiği için Kur'an'ın yazıldığı sahifeler mushaf hâline getirilememişti. Kur'an, vahyin sona ermesiyle tamam oldu.
Peygamberimiz (s.a.s.) in vefatından sonra Halife olan Hz. Ebu Bekir, ashabın ileri gelenlerinden bir komisyon kurdu. Bu komisyon, ayrı ayrı halde bulunan Kur'an sahifelerini topladı, hafızların ezberledikleri Kur'an ile karşılaştırarak yazıp Mushaf hâline getirdi.
Kur'an sahifelerinin bir araya toplanarak kitap hâline getirilmiş şekline "Mushaf" denir.
Bunu yaparken peygamberimizin gösterdiği tertibe göre sûreler sıraya konuldu. Toplanıp mushaf haline getirilen bu Kur'an, Halife Hz. Ebu Bekir'in yanında muhafaza edildi.
Daha sonra, İslâm'ın yayılması üzerine üçüncü halife Hazreti Osman, bu Kur'an'ı çoğaltarak çeşitli İslâm ülkelerine gönderdi.
Böylece Kur'an-ı Kerim, Allah'tan peygamberimize vahyedildiği gibi muhafaza edimiş, hiç bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Kıyamete kadar da böyle devam edecektir. Bugün elimizde bulunan Kur'an, Peygamberimizin gününde yazılıp ezberlenen, Hz. Ebu Bekir zamanında Mushaf hâline getirilen ve Hz. Osman tarafından çoğaltılan Kur'an'dır.
KUR'AN-I KERİMİN ÖZELLİKLERİ
En son ve en büyük peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'e Allah tarafından gönderilen Kur'an-ı Kerim müslümanlığın kutsal kitabıdır.
Kur'an-ı Kerimi diğer ilâhi kitaplardan ayıran ve üstün kılan birçok özellikler vardır. Bu özelliklerin başlıcaları şunlardır:
a) Kur'an-ı Kerim Peygamberimize indiği gibi hiç bir değişikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir. Kıyamete kadar da bozulmadan devam edecektir.
Öteki kutsal kitaplardan bazıları tamamen kaybolmuş, bazıları da birçok değişikliklere uğrayarak bozulmuş ve hiçbiri Allah'tan gönderildiği gibi muhafaza edilememiştir.
Kur'an-ı Kerimi koruyacağını Yüce Allah, şu ayetle teminat altına almıştır:
"Kur'an-ı sana Biz indirdik, onun koruyucusu da Biziz". (Hicr Sûresi, 9)
b) Kur'an-ı Kerim toplu olarak değil, zaman ve olaylara göre ayetler ve sûreler halinde parça parça inmiştir. Bu durum, onun kolayca ezberlenmesini ve anlaşılmasını sağlamıştır.
c) Kur'an-ı Kerim son ilahî kitaptır. Ondan sonra başka kitap gelmeyecektir. Kur'an'ın hükümleri kıyamete kadar geçerli olacak, değişmiyecektir. Önceki kitaplar ise belirli bir zaman için gönderilmişti.
d) Kur'an-ı Kerim, bütün insanlığa gönderilen bir kitaptır. Her asrın ihtiyaçlarını karşılayacak hakikat ve hikmetlerle doludur. Halbuki diğer kutsal kitaplar, belirli milletlere gönderilmişti.
e) Kur'an-ı Kerim, Peygamberimizin en büyük ve daimî mûcizesidir. Hem kelimeleri, hem anlamı, hem de taşıdığı yüksek hakikatlerle eşsiz bir mûcizedir.
KUR'AN-I KERİM'E KARŞI GÖREVLERİMİZ
1) Her müslüman, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın sözü olduğunu bilmeli ve tecvid kurallarına uygun olarak Kur'an'ı yanlışsız okumalıdır.
2) Kur'an-ı Kerim'i abdestli olarak eline alıp "Eûzü-besleme" ile okumaya başlamalıdır. Kur'an'ı okurken mümkünse kıbleye karşı dönmeli ve son derece edepli, saygılı olmalı ve anlamını öğrenmeye çalışmalıdır.
3) Kur'an-ı Kerim, temiz yerlerde okunmalı; başka işlerle meşgul olan, Kur'an'ı dinlemeyen kimselerin yanında ve pis yerlerde okunmamalıdır.
4) Başkasının okuduğu Kur'an'ı saygı ile dinlemelidir.
5)Kur'an-ı Kerim, yüksek ve temiz yerlerde bulundurulmalı, alçak yerlere konulmamalıdır.

6)Kur'an'ın yap dediklerini yapmalı, yapma dediklerinden sakınmalı, Kur'an'ın ahlâk ilkelerine uygun hareket etmelidir.
Kur'an Okumanın Fazileti Hakkında Peygamberimizin Mübarek Sözleri:
"Sizin en hayırlınız, Kur'an-ı öğrenen ve öğretendir."
"Kim Allah'ın kitabı Kur'an'dan bir harf okursa onun için bir sevap vardır. Her sevabın karşılığı da on kat verilecektir."
"Kim Allah'ın kitabı Kur'andan bir ayet dinlerse, ona kat-kat sevap verilir. Kim de Allah'ın kitabından bir ayet okursa kıyamet gününde kendisine nur olur."
"Kur'an okuyunuz. Çünkü o, kıyamet günü okuyanlara şefaat edecektir."
"Kim Kur'an-ı Kerim'i okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü onun anne ve babasına öyle bir taç giydirilir ki, onun aydınlığı dünyada evlere vuran güneş ışığından daha parlaktır. Artık siz bununla amel edenin sevabını hesap edin." (et-Terğib ve't-Terhib c. II, s. 342 vd.)

AHİRET GÜNÜNE İMAN

AHİRET GÜNÜNE İMAN NE DEMEKTİR
İmanın şartlarından beşincisi "Ahiret Gününe İnanmak"tır. İnsanların ve diğer canlıların bir sonu olduğu gibi üzerinde yaşadığımız dünyanında bir gün sonu gelecektir. Allah'ın takdir ettiği zaman gelince görevli melek israfil, "Sûr" denilen bir şeye üfürecek ve bundan çıkacak çok müthiş bir sesin tesiri ile (Allah'ın diledikleri dışında) bütün canlılar ölecek, yer ve göklerin düzeni bozularak kâinat yeni bir şekil alacaktır.
Kıyamet denilen bu olaydan bir süre geçtikten sonra Allah'ın emriyle İsrafil, "Sûr'a" ikinci defa üfürecek ve bütün insanlar yeniden dirilerek "Mahşer" denilen toplanma yerine çağrılacaktır. Burada herkes Allah'ın huzuruna çıkarılacak ve dünyada yaptıklarından sorguya çekilecektir. "Kirâmen Kâtibin" melekleri tarafından iyilik ve kötülüklerin yazıldığı "Amel defterleri" insanın eline verilecek ve herkes dünyada yaptıklarını amel defterinde görüp okuyacaktır.
Dünyada gizli ve açık işlenen bütün suçlar ortaya çıkarılacak, iyilik ve kötülükler çok hassas olan adalet terazisinde tartılacak ve insan dünyada yaptıklarının karşılığını görecektir.
İnsan dünyada ne ekmiş ise ahirette onu biçecek, İlâhî adalet yerini bulacak ve hiç kimse haksızlığa uğratılmayacaktır.
Sevgili Peygamberimiz şöyle haber veriyor:
"Kıyamet gününde insan dört şeyden sorguya çekilmedikçe Allah'ın huzurundan ayrılamaz:
- Ömrünü nerede geçirdiğinden,
- Vücudunu nerede yıprattığından,
- Malını nereden kazanıp nereye harcadığından,
- Bildiği ile ne amel ettiğinden"
(Et-Terğib ve't-Terhib c.1, s.125.)

Bu yeniden diriliş ile başlayan ve sonsuza kadar devam edecek olan zamana "Ahiret Günü" denir. İşte, bütün insanların öldükten sonra yeniden dirilmesine ve ondan sonra devam edecek olan sonsuz hayata inanmak, imanın en önemli esaslarından biridir.
AHİRETE İMAN'IN FAYDALARI
a) Ahiret gününe inanmak insana sorumluluk duygusu kazandırır. Sorumluluk duygusu taşıyan bir insan davranışlarına dikkat eder.
Âhirete inanmak demek; öldükten sonra tekrar dirileceğimize ve dünyada yaptığımız işlerden Allah'ın huzurunda hesap vereceğimize, iyilik yapanların mükâfat göreceklerine, kötülük işleyenlerin cezalandırılacaklarına inanmak demektir. Bu inanç insanı kötülük yapmaktan sakındırır, iyiliğe ve doğruluğa yönelterek ahlâk ve fazilet sahibi yapar. Bu inanca sahip insanlardan meydana gelen bir toplulukta hiç kimse başkasına zarar vermez, herkes birbirinin hakkına saygı gösterir, elinden geldiğince iyilik yapar. Bu davranışlar kişiler arasında karşılıklı olarak sevgi ve güven duygularını geliştirir. Fertlerin iyi ahlâklı olmasında, toplumun huzur ve güveninin sağlanmasında ahiret inancının çok önemli rolü vardır.
b) Âhirete inanan kimse, geçici olan dünyada, daha yüksek ve sonsuz bir hayata hazırlanır. Uzun bir yolculuğa çıkacak olan bir insan yeteri kadar harçlık alır, hazırlık yapar. Harçlık almadan, hazırlık yapmadan yola çıkmaz.
Halbuki öldükten sonra devam edecek olan ahiret yolculuğu, dünya üzerinde yapılan yolculuklardan çok daha uzun ve önemlidir.
Bu sebeple ahiret için daha çok azık edinmemiz ve hazırlık yapmamız gerekmektedir.
Ahiret gününe inanan kişi, Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmak suretiyle ahiret hazırlığını yapmış olur. Hazırlıklı olarak yola çıkanlar daha yüksek bir hayata geçeceklerdir. Yüce Allah bu konuda "Azık edinin" buyurarak hazırlık yapmamızı istemektedir.
Ahiret için hazırlık yapmayanlar ölüm anında gerçekleri görecek ve Allah'ın emirlerini yapmak için dünya hayatına geri dönmek isteyeceklerdir. Ancak iş işten geçmiş olduğu için bu istek kabul edilmeyecektir. Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber veriliyor:
"Onlardan birine ölüm gelince: Rabbim! Beni geri çevir. Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar iyi iş işlerim, der."
(Mu'minûn sûresi, 100.)
c) Ahiret gününe inanmak insanı teselli eder, üzüntüsünü azaltır. Şöyle ki:
Dünyada nice iyi insanlar, iyiliklerinin karşılığını görmeden; haksızlığa uğrayanlar hakkını almadan; nice zâlimler de cezasını çekmeden ölüp gitmektedirler. Haklı ile haksızın, İyi ile kötünün ayrılacağı ve herkesin yaptığının tam olarak karşılığını bulacağı gün, ahiret günüdür.
Ahiret gününde ilâhi adalet yerini bulacak; iyilik yapanlara iyiliklerinin müfkâfatı bol bol verilecek; haksızlığa uğrayanlar eksiksiz olarak haklarını alacak; zalimlerin yaptığı yanında kalmayacak, hak ettikleri cezayı bulacaklardır. İşte bu inanç, insana huzur verir, üzüntülerini azaltır.
ÖLÜM
Her insanın dünyada yaşayacağı belirli bir süre vardır. Bu süre bitince insan ölür. İnsan, beden ve ruhun birleşmesinden meydana gelen bir varlıktır. Bedenimize canlılık ve hareket veren ruhtur. Allah'ın takdir ettiği zaman gelince ruh bedenden ayrılır. Ruhun bedenden ayrılması olayına "ölüm" denir. Ölüm, her insan için takdir edilmiştir. Bundan kurtuluş yoktur.
Bu gerçek Kur'an-ı Kerim'de şöyle bildiriliyor: "Her canlı ölümü tadacaktır."
(Âl-i İmrân sûresi, 185.)
"Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir."
(Nisâ sûresi, 78.)
Ölüm, yok olmak demek değildir. Geçici olan dünya hayatından sonsuz olan ahiret hayatına geçiştir. Allah'a karşı görevini yapanlar için ölüm, daha yüksek hayata kavuşmak için açılan bir kapıdır.
KABİR
İnsanın ölümünden, kıyamet günü yeniden dirilmesine kadar geçecek olan zamana "kabir hayâtı"; bu zaman içinde bulunacağı yere de "kabir" denir. İnsan ölünce bedeni çürür, toprağa karışır, fakat bedenden ayrılan ruhu ölmez. İnsan kabire konulunca Münker ve Nekir adındaki melekler tarafından sorguya çekilir. Sorulara doğru cevap verenler için kabir, bir istirahat yeri; cevap veremeyenler için ise azap yeri olacaktır.
Peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz kabrin durumunu şöyle açıklıyor:
"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur."
(Keşfu'l-Hafa, c.2, s.90)
Kabir, Allah'a karşı görevlerini yapan, insanlara iyilikte bulunan kimselerin istirahat edeceği bir cennet bahçesi; görevini yapmayanların azap göreceği bir cehennem çukuru olacaktır.
MÜKÂFAT, CEZA, CENNET VE CEHENNEM
Yapılan iyiliğe verilen karşılık "mükâfat"; işlenen kötülüğün karşılığı da "ceza "dır.
İnsanlar bu dünyaya imtihan edilmek üzere gönderilmiş, yapmakla yükümlü oldukları görevler kendilerine bildirilmiştir. Allah'ın emirlerini yerine getiren, yasak ettiği şeylerden sakınan ve insanlara iyilik yapanlar imtihanı kazanmış olacak ve karşılığında kendilerine büyük mükâfat verilecektir. Herkes dünyada yaptığının karşılığını ahirette eksiksiz olarak görecektir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kıyamet günü doğru teraziler kurarız: hiç bir kimse, hiç bir haksızlığa uğratılmaz."
(Enbiya sûresi, 47.)
"Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür."
(Zilzal sûresi, 7-8)
Cennet mü'minler için hazırlanmış mükâfat yeridir.
Cennette, bu dünyada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç bir insanın hayalinden geçmeyen nimetler vardır. Cennet, insanın kalbinden geçen ve hoşuna giden her şeyi devamlı olarak bulacağı eşsiz güzeliklerle dolu bir yerdir. Orada her şey insanın gönlüne göredir, neyi arzu ederse anında yanında hazır olacaktır.
Cennette, hastalık, korku ve üzüntü yoktur. Orada insan hep genç yaşta kalacak, ihtiyarlamayacaktır. Cennette hayat sonsuzdur. Ölüm yoktur. Oraya giren bir daha çıkmayacak, canı ne isterse onu bulacak, zevk ve safa içinde sonsuza kadar devam edecektir.
Kur'an-ı Kerim'de bu konuda şöyle buyuruluyor:
"İman edip iyi, yararlı işler yapan kimseler cennetlik olanlardır; onlar orada ebedî kalacaklardır."
(Bakara sûresi, 82)
"Orada onlar için diledikleri her şey var ve yanımızda fazlası da var."
(Kaf sûresi, 35)
Allah'a karşı görevlerini yapmayan, haramlardan sakınmayan ve insanlara kötülük edenler bu davranışlarının karşılığı olarak cehennemde cezalandırılacaktır.
Cehennem, iman etmeyenler ile inandığı halde günah işleyenlerin ahirette ateşle cezalandırılacakları yerdir, imansız ölenler burada sonsuz olarak kalacaklardır.
İnandığı halde, Allah'ın emirlerine uygun hareket etmeyen, dini görevlerini yerine getirmeyenler, belirli bir süre cehennemde kalıp cezalarını çektikten sonra çıkacak ve cennete gireceklerdir. Kâfirler ve münafıklar ise ebedî olarak cehennemde kalacaklardır.
Kur'an-ı Kerim'de kâfir ve münafıkların durumu şöyle bildiriliyor:
"İnkâr eden kimseler ve ayetlerimizi yalan sayanlar cehennemlik olanlardır. Onlar orada temelli kalacaklardır."
(Bakara sûresi, 39)
"Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara yardımcı bulamayacaksın."
(Nisa sûresi, 145).
KIYAMET ALAMETLERİ
Kıyametin alâmetlerine gelince: Bunlar, Eşrat-ı Saat (Kıyamet Alametleri) denen bazı tuhaf ve çirkin olağanüstü olaylardır. Bunların meydana geleceğini Peygamber efendimiz bildirmiştir. Başlıcaları şunlardır;
1) Din konusunda bilgisizliğin her tarafa yayılması, sarhoşluk veren şeylerin içilmesi, zina ve benzeri kötülüklerin çoğalması, öldürme olaylarının artması... Bunlara küçük alâmetler denir.
2) Müminleri nezleye tutulmuş ve kafirleri sarhoş olmuş gibi yapacak bir dumanın çıkması.
3) Deccal adında bir şahsın türeyip tanrılık davasında bulunması ve sonra kaybolup gitmesi...
4) Ye'cüc ve Me'cüc adında iki milletin yeryüzüne yayılarak bir müddet bozgunculuğa çalışması...
5) Hazret-i İsa'nın gökten inerek bir müddet Peygamberimizin şeriatı ile amel etmesi...
6) "Dabbetü-l Arz" adında canlı bir yaratığın yerden çıkarak insanlara karşı sözler söylemesi...
7) Yemen tarafından korkunç bir ateş çıkarak etrafa dağılması...
8) Doğu ile batıda ve Arab yarımadasında birer büyük yer çöküntüsü olması...
9) Güneşin az bir zaman için battığı yerden doğması...
Bu alametlere de, Büyük Alametler denir.

PEYGAMBERLERE İMAN

PEYGAMBERLİK VE PEYGAMBERLERE OLAN İHTİYAÇ
İmanın altı şartından dördüncüsü, peygamberelere inanmaktır.
Peygamberlik, Allah ile insanlar arasında bir elçilik görevidir. Allah, bu göreve lâyık olan en iyi kullarını seçer.
Peygamberler insanlara yol gösterici olarak gönderilmiştir. İnsanların böyle yol göstericilere ihtiyacı vardır.
Çünkü; insanlar kendi akılları ile Allah'ın varlığını anlayabilirlerse de O'nun yüksek sıfatlarını kavrayamazlar. Allah'a nasıl ibadet edileceğini, Ahiret hayatını ve burada kimlere mükâfat verileceğini, kimlerin ceza göreceğini, dünya ve ahiret mutluluğunun nasıl kazanılacağını bilemezler.
İşte, bu gerçekleri insanlara öğretmek, dünya ve ahirette mutlu olmanın yollarını göstermek için Yüce Allah Peygamberlerini görevlendirmiştir.
PEYGAMBERLERİN GÖREVLERİ
Peygamberler en doğru bir şekilde insanlara Allah'ı tanıtmışlar, inanç esaslarını, ibadet şekillerini öğretmişlerdir. Dinî hükümleri ve güzel ahlâk ilkelerini açıklamışlar, kendileri de söylediklerini yaparak insanlara örnek olmuşlardır.
Peygamberler, en güç şartlarda bile görevlerini yapmışlar, inanmayanlara karşı peygamber olduklarını ispatlamak için hiç kimsenin yapamayacağı olağanüstü olaylar meydana getirmişler, mucizeler göstermişlerdir. Allah'ın emirlerini yapanları cennetle müjdelemişler, yapmayanların ise cehennem azabı ile cezalandırılacaklarını haber vermişlerdir.
PEYGAMBERLERİN ÖZELLİKLERİ
Peygamberler, her türlü ahlâk güzelliğine sahip örnek insanlardır. Onlarda bulunması gereken bazı özellikler şunlardır:
1–Sıdk: Doğruluk demektir. Peygamberler son derece doğru insanlardır. Asla yalan söylemezler. Oldu dedikleri olmuştur, olacak dedikleri zamanı gelince mutlaka olacaktır.
2–Emânet: Güvenilir olmak demektir. Peygamberler her hususta güvenilir kimselerdir, emanete asla hıyanet etmezler.
3–Fetânet: Akıllı ve uyanık olmak demektir. Peygamberler akıllı, uyanık ve yüksek zekâ sahibidirler.
4–İsmet: Günah işlememek demektir. Peygamberler gizli ve açık hiçbir şekilde günah işlemezler.
5–Tebliğ: Bildirmek demektir. Peygamberler Allah'tan aldıkları dinî hükümleri olduğu gibi hiçbir değişiklik olmadan insanlara bildirmişlerdir.
KUR'AN-I KERİM'DE İSMİ GEÇEN PEYGAMBERLER
İlk peygamber Hz.Âdem (a.s.), son peygamber bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir. Bu ikisinin arasında birçok peygamber gelmiştir. Peygamberlerden yirmibeş tanesinin ismi Kur'an-ı Kerim'de geçmektedir. Ancak peygamberlerin sayısı çok daha fazladır. Biz, Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen peygamberler ile birlikte sayılarını ancak Allah'ın bildiği diğer peygamberlere de hiçbir ayırım yapmadan inanırız.
Kur'an-ı Kerim'de adları geçen peygamberler şunlardır:
1– Âdem, 2- İdris, 3-Nuh, 4-Hûd, 5-Sâlih, 6-Lût, 7- İbrahim, 8- İsmail, 9- İshak, 10- Yâkub, 11- Yûsuf, 12- Şuayb, 13- Hârun, 14-Mûsa, 15- Dâvud, 16- Süleyman, 17- Eyyûb, 18- Zülkifl, 19- Yûnus, 20- İlyas, 21- Elyesa, 22-Zekeriyya, 23- Yahya, 24- İsa, 25- Muhammed (s.a.s.)

PEYGAMBERLERİN TEBLİĞ ETTİKLERİ DİNLERDE AYNI OLAN ESASLAR
Her peygambere, Allah'ın bildirdiği din, Hak din'dir. Hak olan dinlerde değişmeyen bazı esaslar vardır. Bunlar:
1- İman Esasları,
2- İbadetler,
3- Ahlâk Kuralları
Zamanın değişmesiyle insanların durumuna ve ihtiyaçlarına göre bâzı dinî hükümler ve ibadet şekilleri değişmiş, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) in gelmesiyle son ve en mükemmel şeklini almıştır.
MUCİZE VE KERAMET NE DEMEKTİR
Mucize: Peygamberlerin, peygamber olduklarını ispat etmek için Allah'ın yardımı ile gösterdikleri olağanüstü olaylardır. Mucizeler, Peygamberliğin birer belgesidir. Peygamberlik dâvasına uygun olarak meydana gelir. Diğer insanlar, böyle olağanüstü olayları yapamaz, mucize gösteremez, çünkü buna güçleri yetmez.
Mucize göstermek peygamberlere mahsustur. Allah'ın izni ve kudreti ile meydana gelir.
Bütün peygamberler, peygamber olduklarının birer ilahî belgesi olarak mucize göstermişler, kendilerine inanmayanları âciz bırakarak susturmuşlardır.
Keramet: Allah'ın yardımı ile veli kulları tarafından meydana getirilen olağanüstü olaylardır. Böyle olağanüstü olaylar, Allah'ın veli kulları için birer keramet, tabi oldukları peygamber için birer mucize sayılır.
PEYGAMBERİMİZİN MUCİZELERİ
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğini ispat etmek amacıyla birçok mucize göstermiştir.
Bunlardan bazıları şunlardır:
a) Bir gün, ikindi namazı yaklaşmış, ancak peygamberimiz abdest suyu bulamamıştı. Bunun üzerine peygamberimize içinde azıcık su olan bir kap getirdiler. Peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz elini kabın içindeki suya koydu ve parmaklarının arasından su fışkırmaya başladı. Orada bulunan üçyüz kadar cemaat bundan abdest alıncaya kadar devam etti.
b) Peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz, Medine'deki mescidde bir hurma kütüğünün üzerine çıkarak cemaate konuşurdu. Müslümanlar çoğalınca Peygamberimiz, daha yüksek bir yerden konuşmak için üç basamaklı bir minber yaptırdı. Bir cuma günü hutbeyi bu minberden okumaya başlayınca, mescidin öbür tarafında bulunan hurma kütüğünün, peygamberimizden ayrı kaldığı için yavrusundan ayrılan bir devenin feryadı gibi inlemeye başladığı duyuldu. Bunu gören Peygamberimiz minberden inerek kütüğü kucaklayıp okşadı ve kötüğün inlemesi kesildi.
c) Peygamberimiz, hicretten bir buçuk yıl önce bir gece Burak adı verilen bir vasıta ile Mekke'deki Mescid-i Haram'dan Kudüste ki Mescid-i Aksa'ya getirilmiş, oradan da Cebrail (s.a.s.) ile birlikte göklere yükselmiştir. Allah'ın davetlisi olarak peygamberimizin yaptığı bu yolculuk kâinatta benzeri görülmemiş bir olaydır ve çok kısa bir zamanda gerçekleşmiştir. Allah'ın sonsuz kudretinin eseri olan bu olay, peygamberimizin "İsra ve Miraç" mûcizesidir
d) Peygamberimizin en büyük ve daimi mucizesi Kur'an-ı Kerim'dir. Ruhları okşayan, gönüllere huzur veren okunuşu, sayısız hikmetlerle dolu yüksek anlamı, insanlığın mutluluğu için getirdiği ölmez prensipler ve bütün çağlara ışık tutan ilmî gerçekleri ile Kur'an-ı Kerim eşsiz bir mucizedir.
PEYGAMBERİMİZİN ÖZELLİKLERİ
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammed! Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir." (Sebe sûresi, 28.)
"Ya Muhammed! De ki: Ey İnsanlar! Doğrusu ben Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim." (A'raf sûresi, 158.)
Biz müslüman olarak, hiçbir ayırım yapmadan peygamberlerin hepsine inanırız. Ancak, bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'in diğer peygamberler arasında üstün bir yeri ve özellikleri vardır.
Bu özelliklerin başlıcaları şunlardır;
1) Peygamberimiz (s.a.s.) Allah'ın en sevgili kulu, yaratılmışların en büyüğü ve en faziletlisidir.
2) Son peygamberdir, ondan sonra peygamber gelmeyecektir.
3) Bütün insanların peygamberidir. Ondan önceki peygamberler belirli milletlere gönderilmişti.
4) Peygamberliği kıyamete kadar bütün zamanları içine almıştır. Diğer peygamberlerin görevi ise belirli bir zamana mahsus idi.
5) Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini, kıyamete kadar devam edecektir.
HZ. MUHAMMED (s.a.s)'İN SON PEYGAMBER OLUŞU
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"O, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzab sûresi, 40)
Peygamberlerin en büyüğü ve en sonuncusu, bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir.
Onun tebliğ ettiği İslâm dini, son din'dîr. Allah tarafından getirdiği Kur'an-ı Kerim, bütün insanlığa seslenen Allah'ın son kitabıdır.
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in gelmesiyle peygamberlik kapısı kapanmıştır. O, yeryüzündeki bütün milletlerin peygamberidir. Bu gerçek Kur'an-ı Kerim'de açıkça bildirilmiştir.

KİTAPLARA İMAN

İLAHÎ KİTAPLAR VE SAYFALAR
İmanın altı şartından üçüncüsü, Allah'ın kitaplarına inanmaktır. Yüce Allah, kullarına peygamberleri aracılığıyla kitaplar göndermiştir. Bu kitaplarda, Allah'ın emirleri ve yasakları bildirilmiş, kulların yapması gereken görevler öğretilmiş, dünya ve ahirette mutlu olmanın yolları gösterilmiştir.
Biz müslümanlar, peygamberlere gönderilen kitapların hepsine inanıyoruz. Ancak, Kur'an-ı Kerim'den başka diğer ilâhi kitapların sonradan bozulduğunu ve değiştirildiğini de biliyoruz. Bu sebeple biz onların şimdiki bozulmuş şekline değil, peygamberlere gönderildikleri zamanki bozulmamış şekline inanıyoruz. Kur'an-ı Kerim ise, Peygamberimize indirildiği gibi titizlikle korunmuş ve hiç bir değişikliğe uğramamıştır.
Allah tarafından peygamberlere gönderilen kitaplardan bazıları birkaç sayfadan meydana gelen küçük kitaplardır. Bunlara sahîfeler anlamına gelen "SUHUF" denilmektedir.
Diğerlerine de "Dört büyük kitap" denir.
Sahifeler Şu Peygamberlere Gönderilmiştir:
1)10 sahife, Âdem Aleyhisselâm'a.
2) 50 sahife, Şit Aleyhisselâm'a.
3) 30 sahife, İdris Aleyhisselâm'a.
4) 10 sahife, İbrahim Aleyhisselâm'a.

Bunların toplamı 100 sahifedir.
Dört büyük kitap ise:
1) Tevrat, Musa Aleyhisselâm'a
2) Zebur, Davut Aleyhisselâm'a
3) İncil, İsâ Aleyhisselâm'a
4)Kur'an-ı Kerim, bizim peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a gönderilmiştir.

KUR'AN-I KERİMİN NAZİL OLUŞU
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), kendisine peygamberlik görevi verilmeden önce bir süre Mekke yakınındaki Hira dağında bir mağaraya çekilir, Allah'ın büyüklüğünü düşünmekle meşgul olurdu.
610 yılının Ramazan ayında bir Pazartesi gecesi yine Hira'daki mağaraya çekilmiş, gönlü ve bütün varlığı ile Allah'a yönelmişti. İşte bu sırada meleklerin en büyüğü olan Cebrail (a.s.), Allah'ın emriyle peygemberimize gelerek "Oku" dedi ve bu emri üç defa tekrarladı. Sevgili Peygamberimiz, "ne okuyayım" deyince Cebrail (a.s.), Kur'an-ı Kerim'den beş âyeti tebliğ etti. Böylece ilk vahy geldi ve Kur'an-ı Kerim nazil olmaya başladı.
İlk vahy geldiği zaman peygamberimiz (s.a.s.) kırk yaşında idi. İlk defa inen ve Kur'an-ı Kerim'de Alâk Sûresinin başında yer alan bu beş âyetin anlamı şöyledir:
1- "Yaratan Rabbinin adıyla oku."
2-"O, insanı bir kan pıhtısından yarattı."
3- "Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir."
4- "Ki kalemle (Yazı yazmayı) öğreten O'dur."
5- "İnsana bilmediğini O öğretti."

Kur'an'ın inmeye başlamasıyla Hz. Muhammed (s.a.s.)'e son Peygamber olduğu bildirildi. Kurran-ı Kerim, bazen ayet-ayet, bazen de sûreler hâlinde parça-parça inerek 23 senede tamamlandı. Ayetler, çoğu zaman bir soru veya bir olay üzerine inerdi. Âyetlerin inmesine sebep olan soru ve olaylara "sebeb-i nüzul" denir.
KUR'AN-I KERİM'İN YAZILIŞI VE MUSHAF HÂLİNE GETİRİLİŞİ
Kur'an âyetleri geldikçe Peygamberimiz (s.a.s.), vahy kâtiplerini çağırır, âyetleri hangi surenin, neresine yazılacağını gösterirdi. Vahy kâtipleri de gösterildiği gibi yazarlardı. Nazil olan ayetleri Ashab-ı Kiram okur ve birçoğu da ezberlerdi. Böylece Kur'an-ı Kerim, hem yazılarak, hem de ezberlenerek peygamberimizin gününde muhafaza edilmiştir.
Peygamberimizin sağlığında âyetler inmeye devam ettiği için Kur'an'ın yazıldığı sahifeler mushaf hâline getirilememişti. Kur'an, vahyin sona ermesiyle tamam oldu.
Peygamberimiz (s.a.s.) in vefatından sonra Halife olan Hz. Ebu Bekir, ashabın ileri gelenlerinden bir komisyon kurdu. Bu komisyon, ayrı ayrı halde bulunan Kur'an sahifelerini topladı, hafızların ezberledikleri Kur'an ile karşılaştırarak yazıp Mushaf hâline getirdi.
Kur'an sahifelerinin bir araya toplanarak kitap hâline getirilmiş şekline "Mushaf" denir.
Bunu yaparken peygamberimizin gösterdiği tertibe göre sûreler sıraya konuldu. Toplanıp mushaf haline getirilen bu Kur'an, Halife Hz. Ebu Bekir'in yanında muhafaza edildi.
Daha sonra, İslâm'ın yayılması üzerine üçüncü halife Hazreti Osman, bu Kur'an'ı çoğaltarak çeşitli İslâm ülkelerine gönderdi.
Böylece Kur'an-ı Kerim, Allah'tan peygamberimize vahyedildiği gibi muhafaza edimiş, hiç bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Kıyamete kadar da böyle devam edecektir. Bugün elimizde bulunan Kur'an, Peygamberimizin gününde yazılıp ezberlenen, Hz. Ebu Bekir zamanında Mushaf hâline getirilen ve Hz. Osman tarafından çoğaltılan Kur'an'dır.
KUR'AN-I KERİMİN ÖZELLİKLERİ
En son ve en büyük peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'e Allah tarafından gönderilen Kur'an-ı Kerim müslümanlığın kutsal kitabıdır.
Kur'an-ı Kerimi diğer ilâhi kitaplardan ayıran ve üstün kılan birçok özellikler vardır. Bu özelliklerin başlıcaları şunlardır:
a) Kur'an-ı Kerim Peygamberimize indiği gibi hiç bir değişikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir. Kıyamete kadar da bozulmadan devam edecektir.
Öteki kutsal kitaplardan bazıları tamamen kaybolmuş, bazıları da birçok değişikliklere uğrayarak bozulmuş ve hiçbiri Allah'tan gönderildiği gibi muhafaza edilememiştir.
Kur'an-ı Kerimi koruyacağını Yüce Allah, şu ayetle teminat altına almıştır:
"Kur'an-ı sana Biz indirdik, onun koruyucusu da Biziz". (Hicr Sûresi, 9)
b) Kur'an-ı Kerim toplu olarak değil, zaman ve olaylara göre ayetler ve sûreler halinde parça parça inmiştir. Bu durum, onun kolayca ezberlenmesini ve anlaşılmasını sağlamıştır.
c) Kur'an-ı Kerim son ilahî kitaptır. Ondan sonra başka kitap gelmeyecektir. Kur'an'ın hükümleri kıyamete kadar geçerli olacak, değişmiyecektir. Önceki kitaplar ise belirli bir zaman için gönderilmişti.
d) Kur'an-ı Kerim, bütün insanlığa gönderilen bir kitaptır. Her asrın ihtiyaçlarını karşılayacak hakikat ve hikmetlerle doludur. Halbuki diğer kutsal kitaplar, belirli milletlere gönderilmişti.
e) Kur'an-ı Kerim, Peygamberimizin en büyük ve daimî mûcizesidir. Hem kelimeleri, hem anlamı, hem de taşıdığı yüksek hakikatlerle eşsiz bir mûcizedir.
KUR'AN-I KERİM'E KARŞI GÖREVLERİMİZ
1) Her müslüman, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın sözü olduğunu bilmeli ve tecvid kurallarına uygun olarak Kur'an'ı yanlışsız okumalıdır.
2) Kur'an-ı Kerim'i abdestli olarak eline alıp "Eûzü-besleme" ile okumaya başlamalıdır. Kur'an'ı okurken mümkünse kıbleye karşı dönmeli ve son derece edepli, saygılı olmalı ve anlamını öğrenmeye çalışmalıdır.
3) Kur'an-ı Kerim, temiz yerlerde okunmalı; başka işlerle meşgul olan, Kur'an'ı dinlemeyen kimselerin yanında ve pis yerlerde okunmamalıdır.
4) Başkasının okuduğu Kur'an'ı saygı ile dinlemelidir.
5)Kur'an-ı Kerim, yüksek ve temiz yerlerde bulundurulmalı, alçak yerlere konulmamalıdır.

6)Kur'an'ın yap dediklerini yapmalı, yapma dediklerinden sakınmalı, Kur'an'ın ahlâk ilkelerine uygun hareket etmelidir.
Kur'an Okumanın Fazileti Hakkında Peygamberimizin Mübarek Sözleri:
"Sizin en hayırlınız, Kur'an-ı öğrenen ve öğretendir."
"Kim Allah'ın kitabı Kur'an'dan bir harf okursa onun için bir sevap vardır. Her sevabın karşılığı da on kat verilecektir."
"Kim Allah'ın kitabı Kur'andan bir ayet dinlerse, ona kat-kat sevap verilir. Kim de Allah'ın kitabından bir ayet okursa kıyamet gününde kendisine nur olur."
"Kur'an okuyunuz. Çünkü o, kıyamet günü okuyanlara şefaat edecektir."
"Kim Kur'an-ı Kerim'i okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü onun anne ve babasına öyle bir taç giydirilir ki, onun aydınlığı dünyada evlere vuran güneş ışığından daha parlaktır. Artık siz bununla amel edenin sevabını hesap edin." (et-Terğib ve't-Terhib c. II, s. 342 vd.)

MELEKLERE İMAN

MELEKLERİN MAHİYETİ VE ÖZELLİKLERİ
İmanın şartlarından ikincisi meleklere inanmaktır. Melekler, nurdan yaratılmış varlıklardır. Onlar yemezler, içmezler, erkeklik ve dişilikleri yoktur.
Melekler, Allah'ın sevgili kullarıdır. Allah'ın emirlerini kusursuz, yerine getirirler, hiç günah işlemezler.
Yüce Allah, varlıkları çeşitli şekillerde yaratmıştır. Bunlardan kimisi bizim görebileceğimiz, kimisi de göremeyeceğimiz şekildedir. İnsan, bazı varlıkları göremiyor. Çünkü, insanın gözü her şeyi görebilecek durumda yaratılmamıştır, görme yeteneği sınırlıdır.
Meselâ; çok küçük bir cismi göremediğimiz gibi havayı, rüzgârı, ruhumuzu ve aklımızı da göremiyoruz. Telden geçen elektrik akımı da görülmüyor. Halbuki göremediğimiz bu şeylerin var olduğunu biliyoruz, işte melekler de var olduğu halde görülmeyen varlıklardır.
Melekler nurdan yaratılmış lâtif bir varlık oldukları için biz onları göremiyoruz. Fakat meleklerin varlığına inanıyoruz, çünkü meleklerin varlığını Allah Teâla Kur'an-ı Kerim'de haber vermiş, Peygamber Efendimiz de melekleri hem görmüş hem de bize bildirmiştir. Yüce Allah'ın ve sevgili Peygamberimizin bildirdiği her şey doğrudur. Bu sebeple biz meleklerin, varlığına kesin olarak iman ediyoruz.
Melekler; yerde, göklerde, çevremizde ve her yerde bulunurlar. Sayılarını ancak Allah bilir. Her birine Allah'ın verdiği görevler vardır.
Bazıları devamlı olarak Allah'a ibadet eder. Bazıları da kâinatın tertip ve düzeni ile vazifelidirler. İnsanların gücünün erişemiyeceği büyük işler yaparlar. İnsanlara iyiliği telkin eden, kötülüklerden koruyan, sıkıntılı zamanlarda müminlerin yardımına gönderilen melekler de vardır. Yüce Allah, meleklerin varlığı ile sonsuz kudretini göstermiştir.
Büyük Melekler ve Görevleri
1) Cebrail: Meleklerin en büyüğüdür. Görevi: Allah ile peygamberler arasında elçilik yapmak, Allah'ın kitaplarını peygamberlere getirmektir. Kitabımız Kur'an-ı Kerimi Allah'tan Peygamberimize getiren Cebrail'dir.
2) Mikâil: Tabiat olaylarının idaresi ile görevlidir. (Yağmur yağması, rüzgâr esmesi, ekinlerin bitmesi v.s. gibi)
3) İsrafil: Kıyametin kopması ve insanların öldükten sonra tekrar dirilmeleri ile görevlidir.
4) Azrail: Ömrü sona eren insanların canlarını almakla görevlidir.
Bu dört büyük melekten başka, diğer meleklerden bazıları da şunlardır:
Kirâmen Kâtibin: Bunlar iki melektir. Biri insanların sağında, diğeri solunda bulunur. Sağındaki, insanın yaptığı iyi işleri; Solundaki ise kötü işleri yazar. Böylece her insana ait iyiliklerin ve kötülüklerin yazıldığı "Amel defteri" meydana gelir.
Münker ve Nekir: Bunlar, öldükten sonra kabirde insanlara soru sormakla görevli iki melektir.
Rıdvan: Cennetteki meleklerin başkanıdır.
Mâlik: Cehennemde görevli olan meleklerin başkanıdır.
MELEKLERE İNANMANIN FAYDALARI
Her zaman ve her yerde bizimle beraber olan, bizden hiç ayrılmayan melekler vardır. ''Kirâmen Kâtibin" adındaki bu meleklerin görevi, yaptığımız iyilikleri ve kötülükleri yazmaktır. Demek ki insan, tek başına kaldığı zaman bile yalnız değildir. Kendisini daima gözetleyen ve yaptığı işleri yazan melekler vardır.
Meleklere inanan bir müslüman, gizli yerlerde, "Beni kimse görmüyor, istediğimi yaparım" diyemez, fenalık yapamaz. Çünkü nerede olursa olsun meleklerin kendisini gözetlediğini, iyilik ve kötülüklerinin yazıldığını bilir. Böylece meleklere olan imanımız bizi kötülük yapmaktan vazgeçirir.
Bunlardan başka bizi kötülüklerden koruyan, iyilik yapmaya yönlendiren melekler de vardır. Dünyada iyilik ve güzelliğin misali melek; fenalık ve çirkinliğin kötü örneği de şeytandır. Melek, insanı iyiliğe, şeytan da kötülüğe çağırır.
Meselâ: Karnı aç ve yardıma muhtaç bir fakir ile karşılaştığımız zaman içimizde bir acıma duygusu belirir ve gizli bir ses bize: "Fakire yardım et" diye seslenir. Bu melek sesidir. Bu sırada içimizde beliren bir başka ses: "Yardım yaparsan paran eksilir, yardımdan vazgeç" diye fısıldayarak bizi fakire yardım etmekten vazgeçirmeye çalışır. Bu fısıltı da şeytan sesidir.
Bu durumda biz, fakire yardım etmeye çağıran sese uymalıyız. Çünkü bu ses, iyiliği seven ve bizi iyilik yapmaya çağıran dost sesidir. Buna uymak bize iyi işler yaptırır, sevap kazanmamıza vesile olur. Şeytanın sesine uymaktan sakınmalıyız. Çünkü o bizi iyilikten alıkoymaya ve günah işlemek için aldatmaya çalışır.
Görülüyor ki meleklere inanmak, kötülüklerden sakınmamızı ve ahlâkımızın güzelleşmesini sağlamaktadır.
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
"Hem şeytan hem de melek, insanın kalbine bazı şeyler getirirler. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hakka, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır."
Kim içinde iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki o, meleğin sesidir. Hemen ona uysun ve Allah'a şükretsin.
Kim de içinde kötülüğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki o, şeytanın sesidir. Ondan uzaklaşsın ve Allah'a sığınsın."
(Tirmizi)

ALLAH (C.C.)'A İMAN

ALLAH'IN VARLIĞI VE BİRLİĞİ
İmanın altı şartından birincisi Allah'a inanmaktır. Akıl sahibi olan ve erginlik çağına gelen her insanın ilk ve en önemli görevi, Allah'ın varlığına ve birliğine inanmaktır.
Çevremize baktığımız zaman, hiçbir şeyin kendiliğinden olmadığını görürüz. Güzel bir sanat eseri, bunu yapan bir sanatkârın varlığını gösterir. Meselâ; kullandığımız saati yapan bir sanatkâr, odamızın duvarlarını süsleyen sanat eseri tabloları çizen bir ressam, oturduğumuz binayı yapan bir usta yok mudur? Şüphesiz ki vardır.
Öyle ise; çok ince bir plânâ göre kurulan ve mükemmel bir düzen içinde işleyen Kâinatı ve en güzel sanat eseri olan insanı da bir yaratan vardır. İşte bu yaratıcı, sonsuz güç ve kudret sahibi olan "Allat"tır. Kâinat, Allah'ın varlığını; kâinatta görülen ahenk ve mükemmel düzen de Allah'ın birliğini göstermektedir.
İlk görevimiz, bizi yaratan ve yaşatan Allah'a inanmak, O'na gönülden bağlanmaktır. Allah'a doğru olarak inanmak ve yüce Varlığını iyi tanıyabilmek için Allah'ın sıfatlarını öğrenmemiz gerekir.
ALLAH'IN SIFATLARI
Allah'ın 14 sıfatı vardır. Bunlardan altı tanesine "zatî" sıfatlar, sekiz tanesine de "sübûtî" sıfatlar denir.
Zâtî Sıfatlar:
1) Vücud: Var olmak. Allah vardır, yokluğu düşünülemez.
2) Kıdem: Allah'ın varlığının başlangıcı yoktur. Allah sonradan meydana gelmiş bir varlık değildir, hiçbir şey yok iken O yine vardı.
3) Beka: Allah'ın varlığının sonu yoktur. Herşey yok olduktan sonra Allah'ın varlığı yine devam edecektir.
4) Vahdaniyet: Allah'ın bir olması demektir. Allah birdir, eşi, benzeri ve ortağı yoktur.
5) Muhalefetün Li'l-havadis: Sonradan olan şeylere benzememek. Allah, yaratıklarından hiçbirine benzemez.
6) Kıyam Binefsihi: Allah'ın varlığı kendindendir, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, herşey O'na muhtaçtır.
Sübûtî Sıfatlar:
1) Hayat: Diri olmak. Allah devamlı olarak diridir.
2) İlim: Bilmek. Allah geçmişi, geleceği, gizli ve açık herşeyi bilir. Kalplerden geçenleri de bilir.
3) Sem'i: İşitmek. Allah herşeyi işitir.
4) Basar: Görmek. Allah herşeyi görür.
5) İrade: Dilemek. Allah diler, dilediğini yapar.
6) Kudret: Gücü yetmek. Allah sonsuz kudret sahibidir, herşeye gücü yeter.
7) Kelâm: Söylemek. Allah söz sahibidir, sözünü peygamberlerine duyurmuştur. Kur'an, Allah'ın sözüdür.
8) Tekvin: Yaratmak. Allah yaratıcıdır. Kâinattaki herşeyi yaratan O'dur. Var olmasını dilediği bir şey, "ol" deyince hemen oluverir. Var olan bir şeyi de dilediği zaman yok eder.
Müslüman Allah'a Şöyle İnanır:
- Allah vardır ve birdir. Varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. Allah yaratıklardan hiç birine benzemez. Allah'ın varlığı kendindendir. Hiç bir şeye muhtaç değildir. Bütün varlıklar O'na muhtaçtır.
- Allah daima diridir. Allah, her şeyi bilir, her şeyi işitir ve her şeyi görür.
- Allah diler, dilediğini yapar, O'nun işine kimse karışamaz.
- Allah, sonsuz kudret ve kuvvet sahibidir, her şeye gücü yeter.
- Allah, yaratıcıdır; Dilediğini yoktan var eder, dilediğini yok eder. Kâinatta her ne varsa hep O'nun yaratması iledir. Yarattığı her şeyde bir hikmet vardır.
- Allah'ın sözü vardır, peygamberlerine sözünü duyurmuş, emirlerini bildirmiştir. Dinimizin yüce kitabı Kur'an-ı Kerim, Allah'ın sözüdür.
Allah'a böyle doğru olarak inanan insan, varlıklar arasındaki şerefli yerini almış, gerçek değerini kazanmış olur. Bu inanç, insanın kalbini her türlü kötü düşüncelerden temizler, iyi düşünce ve güzel huylarla süsler.
İnsan, hiç kimsenin görmediği bir yerde olsa bile ahlâk ölçülerine uymayan davranışlarda bulunmaz. Çünkü, Allah'ın her şeyi gördüğüne ve bildiğine inanır. Allah'a iman, her türlü iyiliğin kaynağıdır.
ALLAH SEVGİSİ
Allah, bize görmek için gözler, işitmek için kulaklar, konuşan dil, çeşitli işler yapabilen eller ve yürüyen ayaklar vermiş; vücudumuzu akıl ve zekâ ile donatarak bizi varlıklar arasında çok üstün bir durumda yaratmıştır.
Sağlık ve mutluluk içinde yaşayabilmemiz için yeryüzünü çeşitli nimetlerle donatmış, teneffüs ettiğimiz havadan içtiğimiz suya kadar her türlü ihtiyacımız karşılanmıştır. Kısa bir süre havasız kalan, soluk alıp veremeyen insan yaşayamaz, hayatını kaybeder. Her an muhtaç olduğumuz bu nimeti düşünürsek Allah'ın bize olan iyiliklerinin ne kadar çok olduğunu anlarız.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz." (İbrahim sûresi, 34)

İnsan, kendisine iyilik edenleri sever. Öyle ise, en çok sevmemiz gereken varlık, Allah'tır. Çünkü O'nun bize olan iyilikleri sayılamayacak kadar çoktur. Biz de Allah'ımızı çok sevmeliyiz. Sevgi, sadece sözle olmaz. İnsan, sevdiğine saygı gösterir, sevdiğinin hoşlanmayacağı bir şeyi yapmaz. Allah sevgisi, O'nun mübarek adını saygı ile anmak, bize emrettiği ibadet görevlerini seve seve yapmak ve yasak ettiği şeylerden sakınmakla olur.
Eğer böyle yapar, O'nu sevdiğimizi gerçekten ispat edersek, Allah da bizi sevecek ve dünyadaki nimetlerden çok daha fazlasını bize ahirette verecektir.
Bir insan için en büyük mutluluk, Allah'ın sevdiği kişilerden olmaktır.

İMANIN SAHİH ve MAKBUL

İmanın sahih ve makbul olması için üç şartın bulunması gerekir:
1) İman Ye's Halinde Olmamalıdır.
Önceden iman etmemiş olan bir insanın, ölüm anında azabı görünce inanmasının bir faydası yoktur.
2) Müslüman, Dinî Hükümleri İnkâr Edici Söz ve Davranışlarda Bulunmamalıdır.

Meselâ: Dinin bütün emirlerine inandığı halde namazı inkâr eden kimse imanını kaybetmiş olur. Çünkü, dinimizde inanılması gereken şeyler bir bütündür. Bunlardan birini inkâr etmek, hepsini inkâr etmek demektir.
3) Dinî Hükümlerin Hepsinin Güzel Olduğunu Kabul Etmelidir.
Dinî hükümlerden herhangi birini beğenmemek, imanın yok olmasına sebep olur.
Müslümanın en değerli varlığı imanıdır. İnsan, dünyada huzur ve saadete, ahirette ebedî mutluluğa imanla kavuşacaktır. Ancak, son nefese kadar imanı korumak ve ahirete bu imanla gitmek şarttır.
Ömrünün sonuna kadar imanını koruyamayan ve dünyadan imansız olarak ayrılan kimseye, daha önce sahip olduğu imanın faydası olmayacaktır. Bunun için imanımızı korumaya çalışmalı, dinimize zarar verecek söz ve davranışlardan sakınmalıyız. Eğer imanımıza zarar verecek söz ve davranışlarımız olursa hemen tevbe ederek Allah'tan af dilemeliyiz.

İMAN İLE AMEL ARASINDAKİ MÜNASEBET

Bir müslüman, dinin hükümlerini inkâr etmedikçe ve kalbinde iman bulunduğu sürece ibadet yapmasa bile dinden çıkmaz, kafir olmaz, yine müslümandır. Ancak, Allah'ın emri olan ibadet görevlerini yerine getirmediği için günâh işlemiş ve cezayı hak etmiş olur.
İbadetler, imanın olgunlaşmasını ye güçlenmesini sağlar. Ahirette cezadan kurtulmamıza ve cennet nimetlerine kavuşmamıza vesile olur. Sade bir imanla yetinip ibadetleri terketmek imanın zayıflamasına ve iman nurunun sönmesine sebep olur.
Bunu bir misâl ile açıklayalım:
İman, açıkta yanan bir lambaya benzer. Lambanın sönmemesi için cam fanus ile korunması gerekir. Eğer bu şekilde korunmaz, açıkta yanmaya devam ederse hafif bir rüzgârın etkisi ile sönebilir. İman da, kalbimizde yanan bir ışıktır. Koruyucusu ibadetlerdir. Namaz, oruç ve diğer ibadetleri yapmakla hem Allah'a karşı borçlu olduğumuz görevleri yerine getirmiş, hem de imanımızı korumuş oluruz.
İbadetler yapılmadığı takdirde, iman ışığı açıkta yanan lamba gibi korumasız kalır. Günün birinde sönebilir, imanın yok olması, müslümanın en kıymetli varlığı olan cennetin anahtarını kaybetmesi demektir. Bu sebeple ibadetlerin, imanımızın korunmasında ve cennette sonsuz hayata kavuşmamızda çok önemli yeri vardır.
İbadet ve salih amel (iyi ve güzel işler), sahibinin imanını olgunlaştırır. Allah Teâlâ'nın vadettiği ve Resulullah (s.a.s)'ın müjdelediği ebedî nimetleri ve rıza-i ilâhîyi kazandırır. O halde, kalbde bulunan iman nurunu parlatmak ve kuvvetlendirerek onu kemale erdirmek için Allah'a ibadet etmek, iyi ve salih ameller yapmak gerekir. Çünkü eseri dış hayatta ve toplumda görülmeyen bir iman, meyve vermeyen bir ağaç gibidir. Dinin de, dinin temeli olan imanın da bir hedefi ve bir gayesi vardır. Bu hedef, güzel ahlâk, insanlara faydalı olmak ve Allah'ın rızasını kazanmaktır. Allah Teâlâ'nın rızası ise, yalnız -bir kalp ve vicdan işi olan- iman ile değil; o imanın meyvesi olan ibadetle, salih amellerle ve güzel ahlâk sahibi olmakla, yani inanılan şeylerin icabını bilfiil yapmakla elde edilir.

İNANÇ YÖNÜNDEN İNSANLAR

İnsanlar inanç yönünden üç kısma ayrılır:
1) Mü'min: Allah'ın varlığına ve birliğine, Hazreti Muhammed (s.a.s.)'in Allah'ın Peygamberi olduğuna kalbi ile inanan ve bu inancını dili ile söyleyen kimselere "Mü'min" denir.
2) Münafık: Allah'ın varlığına ve birliğine, Hazreti Muhammed (s.a.s.)'in peygamberliğine kalbi ile inanmadığı halde, dili ile inandığını söyleyen kimselere "münafık" denir.
3) Kâfir: Allah'ın varlığına ve birliğine ve Hazreti Muhammed (s.a.s.)'in peygamberliğine kalbi ile inanmayan ve inanmadığını dili ile de söyleyen kimselere "Kâfir" denir.
Mü'min olanlar, cennette sonsuz ve mutlu bir hayata kavuşacaklar; münafık ve kâfirler cennete giremeyecek, inaçsızlıklarının cezasını cehennemde çekeceklerdir.

İSLÂM DİNİNİN KAYNAKLARI

Mükellefle ilgili hükümlerin (Ef'âl-i Mükellefin) asli kaynakları dörttür.
İslâm dininin ilk, en önemli ve birinci kaynağı

Kur'ân'ı Kerîm'dir. Dini bir konu öncelikle Kur'ân'ı Kerîm'de aranır.
İkinci kaynağımız, Peygamberimizin sünnetini oluşturan sözleri ve davranışlarıdır. Kur'ân'ı Kerîm'den sonra ikinci önemli dini kaynağımız

sünnettir.
Üçünçü dini kaynağımız Peygamberimizden sonra herhangi bir çağda yaşayan İslâm bilginlerinin kendi zamanlarında dini bir konuda görüş birliğine varmış olmalarıdır. Buna

İcma denir.
Dördüncü kaynağımız

Kıyas'tır. Kıyas, belirttiğimiz üç kaynakta hüküm bulunmayan bir dinî hükmü başka bir dini hükme benzeterek, benzetme yolu ile sonuca varmaktır. Yani hakkında ayet-hadis bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak illet dolayısıyla hakkında ayet-hadis bulunan meselenin hükmüne bağlamaya kıyas denir.
O halde; dinimizin dört ana kaynağı vardır;

KUR'ÂN, SÜNNET, İCMA ve KIYAS. Bunlardan birine dayanmayan dini görüşlere değer verilmez, güvenilmez ve bu tür dini görüşlere göre hareket edilmez.

İSLÂM DİNİNİN ÖZELLİKLERİ

İSLÂM DİNİNİN ÖZELLİKLERİ
1) İslâm, son dindir. İslâm dini'nden başka din gelmeyecek, hükümleri kıyamete kadar devam edecektir. İslâm dini'ni insanlara tebliğ eden Hz. Muhammed (s.a.s.) son Peygamberdir, ondan sonra başka peygamber gelmeyecektir.
2) İslâm evrensel bir dindir. Önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dinler, belirli milletlere geldiği halde İslâm dini, bütün dünya milletlerine gönderilmiştir.
3) İslâm dini'nin hükümleri bütün insanların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde mükemmeldir. Bu sebeple başka bir dine ihtiyaç kalmamıştır.
4) İslâm dini, kendinden önce Allah tarafından gönderilen peygamberleri ve ilâhi kitapları tasdik eder.
5) İslâm dini, önceki peygamberlerin tebliğ ettiği dinlerin hükümlerini yürürlükten kaldırmıştır. Çünkü onlar, belirli milletlere sınırlı zamanlar için gönderilmişti. Halbuki İslâm dini, bütün milletlere gönderilen ve kıyamete kadar değişmeden devam edecek olan din'dir.
İSLÂM'I EVRENSEL YAPAN ÖZELLİKLER
İslâm dini'ni evrensel yapan birçok özellikler vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. İslâm Bütün İnsanlığa Gönderilen Son Din'dir:
İslâm, bütün insanlığa gönderilen ve kıyamete kadar devam edecek olan son ilahî din'dir. Nitekim; Peygamberimiz, İslâm dini'ni dünya milletlerine tebliğ etmek maksadıyla o dönemdeki ülkelerin devlet başkanlarına mektuplar göndererek onları İslâm dini'ni kabul etmeye çağırmıştır.
2. İslâm Akıl ve İlim Dini'dir:
İslâm dini, akla büyük önem vermiş, mükellef olmak için akıllı olmayı şart koşmuştur. Bilgiye de üstün bir değer veren dinimiz, daima okumayı ve öğrenmeyi emretmiş, bilgi öğrenmenin her müslümana farz olduğunu bildirmiştir.
3. İslâm Hem Dünya Hem de Ahiret Dini'dir:
İslâm dini'nin amacı; insanın hem dünya hayatında hem de sonsuz olan ahiret hayatında mutlu olmasıdır. Dinimiz, dünya durdukça insanların her çağda mutlu olmasını ve yükselmesini sağlayan, hem fertlerin hem de toplumun ihtiyaçlarına cevap veren prensipler koymuş, dünya ve ahirette mutlu olmanın yollarını göstermiştir.
4. İslâm Kolaylık Dini'dir:
İslâm dini'nde güçlük yoktur. Kolaylık vardır. Dinimizin emirleri bizi olgunlaştırmak ve daha yüksek bir hayata hazırlamak içindir. İbadetlerin yapılmasında gücümüz dikkate alınarak dinimiz bir çok kolaylıklar göstermiştir:
Mesela; Yolcular dört rek'atli farz namazları iki rek'ât kılar. Namazı ayakta kılamayan oturarak kılabilir. Ramazan'da oruç tutmaya gücü yetmeyen hastalar iyileşince tutar, iyileşme ümidi olmayan hastalarla, oruç tutamayacak durumda olan yaşlılar ise tutamadıkları oruç yerine fidye verirler, insanın gücü ve ihtiyaçları dikkate alınarak zorunlu hallerde dinimizin getirdiği daha pek çok kolaylıklar vardır. Bu sebeple İslâmın hükümleri her zaman ve her yerde uygulanabilir özelliklere sahiptir.
5. İslâm'da Aşırılık Yoktur:
İslâmın hükümleri akla ve insanın yaradılışına (fıtratına) en uygun hükümlerdir. Bizim görevimiz ise bunlara uymaktır.
Yapılması emredilmediği halde, din adına aşırı giderek kendine eziyet etmek, helâl olan dünya nimetlerinden uzaklaşıp sıkıntılı bir hayat sürmek İslâm dininde yoktur.
6. İslâm Barış ve Sevgi Dinidir:
İslâmın bir gayesi de; insan sevgisini, insan haklarına saygıyı kalplere yerleştirerek toplumda devamlı bir huzur ve barış sağlamaktır. Dinimiz bu amaçla birçok kurallar koymuş, birbirimizi sevmeyi, başkasının hakkına saygılı olmayı, gerçek mü'min olmanın şartı saymıştır.

4 Eylül 2007 Salı

Denetim:

Denetim: Yöneticileri kontrol etmek, onlara doğru yolu göstermek bütün ümmetin görevidir. Bu görev şûrâ meclisi üyeleri ve islâm ulemâsı vasıtası ile yerine getirilir.

İcra (yürütme):

İcra (yürütme): Yürütme organının bağı halifedir. Hükümet, Kur'ân'a dayanır. Şûrâ ilkesine göre hareket eder. İmamet makamına bey'atla gelinir. Hükümet, İslâm hükümlerini uygulamadan sorumludur.

Kaza (yargı): Adaletin dağıtılması, hak sahiplerine haklarının verilmesi ve suçların ortaya çıkmasından sonra, suçlunun usûlüne uygun bir şekilde tesbiti ve cezalandırılması için, kaza organı gereklidir. Halifenin atayacağı hâkimler, bağımsız olarak, İslâm ilkelerine göre anlaşmazlıkları çözüme bağlar.

Malî Tasarruf: Hz. Peygamber, hâkim ve idareci tayin ettiği gibi; bulundukları bölgede zekâtı toplamak, toplanan zekâtı Kur'ân'ın gösterdiği yerlere harcamak, artanı da Beytü'l-Mâl'e göndermek için ayrı bir kurumlaşmaya gitmiştir. Şûrâ, İslâm'a uygun olarak gerektiğinde ek vergi kararları alabilir. Halife de bunu yürürlüğe koyar.

Kültür: İslâm'ın yabancı ülkelere tebliğ edilmesi de hükümetin görevidir. Öncelikle kendi vatandaşlarının eğitim ve öğretimine ait kararların yürütülmesi de hükümetin sorumluluğundadır.

Devletin İşlevleri

Teşri (yasama): Teşri', yani yasama kuvvetinden maksat; genel anayasa kaideleri ile kanunları içine alan, şahıslar için bağlayıcı kaideler çıkarma hakkına sahip olmaktır (Dr. Muhammed Faruk, en-Nebhan, İslâm Anayasa ve İdare Hukukunun Genel Esasları, Çev. Prof. Dr. Servet Armağan, İstanbul 1980, 351). O halde bu, aynı zamanda hâkimiyet hakkı ile yakından ilgisi olan bir işlev ya da kuvvettir. Teşri yetkisi Allah'a ait olup Rasûlün durumu hükümleri tebliğ ve bunları açıklamaktan ibarettir. Devletin teşri' organı, Allah ve Rasûlü'nün emrine aykırı kanun yapamaz. Bu hükümlerin uygulanması ile ilgili kanunlar yapar, düzenler. Hükümlerin tahrif edilmesinde geçerli yollardan birine bağlanabilir, hakkında hüküm bulunmayan konularda ictihad eder. Hükümlerin uygulanması sırasında teşri organının kaynakları Kur'ân, Sünnet, Hulefa-i Râşidin'in tatbikatı ve müçtehidlerin doktrinleridir; ayrıca mesalih, örf ve âdet de kaynak olabilir. Bütün kanunlar, hiçbir zaman Kur'ân ve Sünnet'e aykırı olamaz.

Kültür

Kültür: İslâm'ın yabancı ülkelere tebliğ edilmesi de hükümetin görevidir. Öncelikle kendi vatandaşlarının eğitim ve öğretimine ait kararların yürütülmesi de hükümetin sorumluluğundadır.

Denetim: Yöneticileri kontrol etmek, onlara doğru yolu göstermek bütün ümmetin görevidir. Bu görev şûrâ meclisi üyeleri ve islâm ulemâsı vasıtası ile yerine getirilir.

İslâmî devlet; tek ümmet, tek devlet, tek halife özelliği gösterir. İnançta tevhîd, toplumda vahdeti hedef alan İslâmî devlette, siyasî parti türü yapılanmalar sözkonusu değildir. Bu, görüşlerin daraltılması olmayıp, her alanda vahdeti gözönünde bulunduran ilâhi düzenin bir sonucudur. Devlet, İslâmî hükümlerin yorumlanması konusunda da icmaa dayanır. Temel ilke, Allah'ın ipine topluca sarılmak olduğundan, muhalif aşırı ve sapık görüş ve düşüncelere itibar edilmez. Anayasada belirli mezhep veya meşrebin üstünlüğüne yer verilmez, hükümler muallakta bırakılmaz; görüş ayrılığı olabilecek konularda hak olan görüşlerden en iyisi tercih edilir. Apaçık delillerden sonra ayrılıklara ve çekişmelere izin verilmez. Siyasî birliği dağıtıcı ve bozucu bir davaya kalkışanlar cezalandırılır. Zaten tebaaya, hükümlerde itaat zorunludur; muhayyerliği yoktur.

İlk İslâm Devleti

Hz. Peygamber ilâhî vahyi onüç sene Mekke'de tebliğ etti. Bu yıllar, zorluk, sıkıntı, gizlilik, işkence, zulüm yılları olup, müslümanların müşrik düzenin hakimiyeti altında geçirdikleri yıllardır. Akabe Bey'atleri ile de İslâm devletinin temelleri atıldı ve Hicret'ten sonra Medine'de ilk İslâm devleti kuruldu. Bu İslâmî devletin unsurları şöyle teşekkül etti:

Hz. Peygamber, Muhacirler ile Ensar arasında kardeşlik kurdu. Yahûdi ve Arap kabileleriyle antlaşmalar yaptı ve bunlar İslâmî devlete itaati benimsediler. Medine şehri sınırları, İslâmî devletin ilk toprak unsuruydu. Devlet evrensel bir mesaja dayandığı için zamanla toprak unsurunu genişletti. Çoğu zaman bu genişleme cihat yoluyla yapıldı. Bütün fertler, İslâmî devletin hükümlerine tabi idi. Hz. Peygamber'e itaat dışında bir başka yol yoktu. Devletin kişiliğine gelince, İslâmî devlet bağımsız, bağlantısız bir devletti ve varlığı itibarıyla gerçek kişilere dayanıyordu. (Abdülkadir Udeh, el-İslâm ve Avdâ'unas-Siyâsiye, 96-97; M. Beşir Eryarsoy, İlk Anayasa Işığında Peygamber (s.a.s.)'in Kurduğu Devlet, Düşünce Dergisi 1. dönem, sayı 1, 2)

İslâmî Devlet ve Lâiklik

İncil'de Hz. İsa'ya; "Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya ver" sözü atfedilmiştir. Bunu temel alan Hristiyan Batı dünyasında din, dünya işlerinden uzaklaştırılarak devletten dışlanmıştır. Hristiyanlık böyle bir ayırıma müsaitti. Aynı yolu İslâm dünyasında da uygulamaya kalkanlar, İslâm'da böyle bir ayrılık sözkonusu olmadığından, Batı'daki özgürlük ortamına aykırı olarak baskıcı bir laiklik anlayışına yol açtılar.

Laiklik, İslâm için anlamsızdır. İslâm'da dünya işleri ayrı bir alan teşkil etmez. Hayatın bütün yönleri bir bütün olup, hepsi de vahiy temeline dayanır. Ayrıca "Dinde zorlama yoktur" buyruğunu da çarpıtarak, bu emri müslümanlar aleyhine çevirmek, akla ve mantığa uymayan açık bir iftiradan, yakıştırmadan başka birşey değildir. Devlet otoritesi. dinden ayrılıp tek başına kalacak, ya da din, devlet otoritesinden mahrum kalacak olursa, insanların halleri bozulur; düzeni kalmaz (İbn Teymiyye, Mecmuu'l-Fetâvâ, XXVIII, 394) diyen İbn Teymiyye, hem İslâm açısından, hem de sosyal bakımdan laikliğin ne denli bir çıkmaz olduğuna işaret etmektedir. Yunus sûresinde yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bize kavuşacaklarını ummayanlar, dünya hayatından hoşnut olup onunla (yetinip) tatmin olanları ve âyetlerimizden gafil olanlar, işte onların kazandıkları yüzünden varacakları yer ateştir." (Yunus, 10/7, 8).

İslâm'da da seçim ilkesi vardır diye İslâm'la demokrasi arasında bağlantı kurmak da bir aldatmacadır. Böyle bir tutarsız iddia, müslümanları demokratikleştirmek ve asıl gayelerini unutturmak için kurulmuş bir tuzaktır. Halkın seçtiği veya atanmış kişilerin yaptığı kanunlar lâiktir ve dîne karşıdır. Oysa İslâmî devlette ulû'lemr; sadece tebliğ edilene uymakla mükelleftir. Ayrıca demokrasi, çoğunluk rejimidir. Oysa "Eğer sen, yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen seni Allah yolundan saptırırlar..." (el-En'am, 6/116) buyruğu, dikkatimizi çoğunluğun, hakkı bulmakta bir ölçü olamayacağı gerçeğine çekmektedir.

Diğer taraftan demokrasi, temelde siyasî partilere dayalı, kavgacılığa açık bir rejimdir. Dolayısıyla şeytanî bir yönü vardır. Buna göre; İslâm devletinin en karakteristik özelliği olan İslâm hâkimiyet anlayışının ana çizgilerini, şöylece maddeleştirebiliriz:

1- Kâinâttaki hükümler ile insanların hayatlarında uygulamaları için konmuş hükümlerin kaynağı (Şârii) birdir; o da Allah Teâlâ'dır.
2- Allah'ın hâkimiyeti karşısında zorunlu olarak tüm insanların mevkii birdir ve aynıdır.
3- İnsanın bu kanunlar karşısındaki durumu, âlimin tabiat kanunlarını keşfetmesi gibi, bu ilâhi hükümleri anlamaya çalışmaktan ibarettir.
4- Dolayısıyla insan, kudretinin engelleyemeyeceği ve elindeki kudretlerin değiştiremeyeceği bir ilâhi kanunlar mecmuasıyla karşı karşıyadır. Bunun için siyasî hâkimiyet de yalnız ve yalnız Allah'a ait olacaktır. İnsan bunları uygulamakla görevlendirilmiştir. O, hukûkî ve siyasî anlamda hâkim olamaz.
5- Mutlak ve sınırlandırılamaz hâkimiyet yalnız ve yalnız Allah'ındır. İnsanlar Allah'ın halifesi olarak bu hükümleri uygularlar. (Prof. Dr. Harun Han Şirvanî, İslam'da Siyâsi Düşünce ve İdâre, Çev. Kemal Kuşçu, İstanbul 1965, 21; Ebu'l-Ala Mavdudi, İslâm'da Siyâset Nizamı, Çev,. A. Zengin, İstanbul (t.y.), 25; el-Amidi, el-İhkâm, Kahire 1387/1967, I, 76; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-i İslamiye ve Istılahât-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1967, I, 216).

Ülke Kavramı

Ülke kavramı İslâm'da bütün İslâm topraklarına şâmildir (tek devlet, tek ümmet). İslâm'a göre dünyada iki rejimin egemenliği sözkonusudur. 1) İslâm'ın egemen olduğu ülke, dâru'l-İslâm (İslâm ülkesi); 2) Küfrün yani vahiy kanunları dışında, beşer kanunlarının hüküm ve değerlerinin egemen olduğu ülke (dâru'l-harb).

Devletin diğer bir unsuru beşerî unsurdur. İslâm devleti, ırkî, coğrafî ve etnik bir temele dayanmaz. İslâm'da bu unsur ümmettir. Müslümanlar tek ümmettir; vatan, renk, dil, menşe'leri ne olursa olsun, "müminler ancak kardeştir. "

İslâm devletinin tebaası olan herkes, inansın veya inanmasın İslâmî hükümlere uyar. İslâmî devlet insan unsurunu iki kısımda ele alır: 1. Müslüman vatandaşlar, 2. Gayr-i Müslim (Zımmi) vatandaşlar. İslâmî devletin temeli müslüman vatandaşlardır. İslâmî tâbiiyet, imana dayalı olup, müslümanlığını ilân eden her insanın islâmî hükümlere göre yaşayabileceğini öngörür. Ancak, herkesin müslüman olmadığı ve olamayacağı bir gerçektir. Bu bakımdan İslâmî devlet müslüman olmayan vatandaşlarına karşı en adil tavrı belirlemiş; onlara İslâm'ın bütün müslümanlar için verdiği teminattan ayrı ve ek olarak, inanç hürriyetini mal ve can güvenliklerini bir anlaşmayla belirleyebilmek imkânı da vermiştir. Bu akidlerde söz konusu edilen zımmîlere verilmiş hiçbir hak, halife dahil, kimse tarafından ihlâl edilemez.


Darul İslam-Darul Harb
Yani bir ülkenin İslâm veya harp ülkesi olup olmadığının ölçüsü egemen olan hükümlerdir. Hükümler İslâmî, ise, ülke de İslâm ülkesi olur.Yasalar İslam,Değilse Darul harpdir.

İslâmî Devletin Unsurları

İslâmî devlet, İslâm'ın bir parçasıdır. İslâm ise bir bütündür, dünyevî ve ruhânî ikiliğe yer vermez. Onda hayatın her cephesi birbirinden ayrılmayacak şekilde içiçe geçmiştir. Bu özelliği, Batı kafası ile düşünen sistemin dışından bakan kişiler bilemezler, ve İslâmî devletin unsurlarını yanlış biçimlerde tarif ederler. Bey'ati, basit bir toplum sözleşmesi olarak görürler.

Gerçekte "Sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmiş olurlar, Allah'ın eli onların eli üstündedir..." (el-Feth, 48/10) âyeti, bey'atin, halife vasıtasıyla Allah'a olacağını açıklamaktadır. Hakimiyet, Allah'ındır. İlâhî iradeyi ise, cemâatin iradesi temsil eder. Devlet, Allah için vardır ve icraati doğru yola ters düştüğünde düzeltilmelidir. Cumhür-ı ulemâ, Allah için toplumu ayakta tutacak, halka yön verecek, suç işleyenlere ceza verecek, zekâtı toplayacak, ülkeyi koruyacak bir devlet yapısının ve başında bir imamın (halifenin) bulunmasının zorunluluğu konusunda görüş birliğindedir (et-Taftazanî, Şerhu'l-Akâid, İstanbul 1326, s. 181).

İslâmî Devlet

İslâm'dan önce Cahiliye Araplarının da kendilerine göre bir hukuk düzenleri vardı. Vahşî, ilkel kabile toplumunda sosyal yanı kan akrabalığı üzerine kurulmuş ilkel bir seçkinciliğe dayanıyordu. Aşırı şeref ve asaletçilik, Araplar'da hiçbir zaman birlik ve beraberliği sağlayamıyordu. Güçlü olan kabilenin kurduğu idare, çok kısa bir süre sonra anarşi ve savaşlarla bitiyordu. Zulüm ve adâletsizlik, İslâm'ın ortaya çıktığı sıralarda en üst düzeye ulaşmıştır. Hz. Peygamber İslâmî devletin temelini Akabe bey'atleri ile atmıştır. Medinetü'n-Nebi denilen Yesrib şehri, İslâmî devletin kurulduğu ilk mekândır. Burada ilk İslâmî anayasa da hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur.

Rasûlullah (s.a.s.) Medine'ye hicretinden vefatına kadar geçen süre boyunca İslâm devletinin gerekli bütün temel kurumlarını, vahyin rehberliğinde tek tek şekillendirmiş, ashâb-ı kiram da bu kurumların ferdî ve sosyal yaşayışlarına kazandırdığı yeni muhtevaya göre bu yapının insan unsurunu teşkil etmişlerdir.

Devlet

Manevî kişiliği ve belirli bir anayasal düzeni olan egemenlik sahibi, sınırları belli bir ülkeye sahip, bir hükümete ve ortak kanunlara bağlı teşkilâtlı millet veya milletler topluluğunu meydana getiren siyâsi teşekkül.

İslâmî devlet, müminlerin İslâm'a göre teşkilâtlandıkları ve güçlerini İslâm'dan aldıkları, yeryüzünde (her yerinde veya herhangi bir bölgede) İslâm'ı bütünüyle yaşamak üzere kurdukları şer'î kişiliğin adıdır. Şunu da belirtelim ki; "devlet" kavramı, çok çeşitli şekillerde tarif edilmektedir. Bu eğilim, devlet kavramının ideolojik ve politik bakış açılarının veya çeşitli disiplinlerin kendilerine has tarif yapmaları sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Genellikle yönetim şekline dayalı tarifler liberal, sosyalist, anarşist, gayr-i İslâmî dünya görüşlerine göre biçimlenmektedir.

Zengün olup,mal toplamak,paranın elden ele dolaşmasınada devlet denir.

İslam anlayışına görede bu böyledir,mal ve servetin elden ele dolaşmasıdır.
(Ali İmran/140)(el-Haşr/7)
Allah Şöyle buyuruyor:
"Onlar o müminlerdir ki, eğer kendilerine yeryüzünde bir iktidar mevki verirsek namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler; iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. " (el-Hacc, 22/41).

Devlet, müslüman tebasıyla birlikte Allah'ın yeryüzündeki halifesidir. Yani Allah'ın hükümlerinin uygulayıcısıdır. Bu güç, Allah'a mutlak anlamıyla kulluğu gerçekleştirmek ve İslâm hükümlerinin uygulanışını sağlamak için kullanılacaktır. Ma'rufu emredecek. münkerden sakındıracaktır (el-Bakara, 2/30; en-Nûr, 24/55).
Doğal olarak buna dâru'l-İslâm* denilmiştir. Yani müslümanların eli altında bulunan yere verilen isim veya Şerîatın müslümanların hüküm ve iktidarıyla korunduğu müessesedir. İmam Şâfiî'ye göre bir yerde sadece yöneticiler müslüman olsalar orası dâru'l-İslâm sayılır.

İslâmî devlet, beşer kaynaklı bütün bağlamlardan aykırı bir konumda yer alır. İslâmî devlet bir gaye değildir. İslâm'ın uygulanması için bir araçtır. Kuruluşunun asıl amacı, İ'lây-ı Kelimetullah'tır, yani İslâm'ın insanlara tebliğ edilmesidir. Görevi, müslümanların İslâm'ı yaşamalarını sağlamak ve buna zemin hazırlamaktır. Varoluş gayesi böyle tanımlanabilecek İslâm devleti bu amaçla kurulur. Binaenaleyh, adında "İslâm" ibaresi bulunarak kurulmuş, ancak uygulamada başka ideolojilerle eklemlenmiş veya aslî gayeden uzaklaşmış devletlere "İslâm devleti" denilemez.
"Allah'a itaat ediniz, Rasûle de itaat ediniz ve sizden olan emir sahiplerine de..." (en-Nisâ, 4/59). Bu buyruk, imamın varlığına ve gerçeğine delâlet eder. "Aralarında Allah'ın hükümlerini uygulayacak, Allah Rasûlü'nün getirmiş olduğu şerîatın hükümlerine göre onları yönetecek adaletli bir yöneticinin emirlerine itaat etmenin gereği üzerinde bütün Ehl-i Sünnet, Mürcie, Şia, Hariciler ittifak halindedir."

İslâm hukukçuları İslâm devletini "dâru'l-İslâm" diye adlandırmışlardır.

Hayatın vahye göre düzenlenmesi anlamıyla devlet, ilk defa Hz. Âdem ile birlikte ortaya çıkmakla beraber, Kur'ân-ı Kerim'de özellikle Hz. İbrahim'den itibaren inanışın devlet düzeni ile ilgili tabloları ele alınmaktadır. Ondan sonra gelen hükümdar peygamberlerden söz edildiği gibi, Firavn ve Nemrut gibi kendisini ilâhlaştırmak davasında olan devlet başkanlarından ve onların devlet düzenlerinden de söz edilmektedir. Devlet de Allah'ın insanlara bildirdiği vahiy düzeninin bir parçası olduğuna göre; bunun ilk Peygamberle birlikte ortaya çıkmış olduğunu, yine vahyin zorunlu bir gereği olarak, kabul etmemiz gerekmektedir.

Blog Listem

  • FİLİSTİNİN TAPUSU.BİZİM ELİMİZDE - 2014 YILINDAN BER, İSRAİLİN UÇAK YAKITI TÜRKİYEDEN GİDİYOR.ÜZGÜNÜM. İSRAİL İŞGALCİFİR.GELDİĞİYERE SÜRÜLMELİ. ERDOĞAN,KUDÜSÜ İSRAİLE SATTI.>>https://yo...
    1 yıl önce
  • ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı - ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı: أَلنِّسَاءِيَّاتْ KADININ NAMAZI EVİNDE OLMALIDIR -2 صلاة المرأة في بيتها -25 الحديث الخامس والعشرون : عَنْ أُمِّ حُمَيهدٍ ا...
    10 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal ha...
    10 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - * İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR * .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal h...
    10 yıl önce
  • REÇETE-şiir - Ey yüksek sosyeteye mensup modacı hanım, Eğlence zümresinin başının tacı hanım, Bu metod ki, sizlerin müsbet ilâcı hanım: Dışının görünüşü içinin aynasıd...
    10 yıl önce
  • SAAT KODLARI - http://sitene-kod-ekle.tr.gg/saat-kodlar&%23305;-flashl&%23305;--k1-.oe.rnekli-k2-.htm
    13 yıl önce
  • Manyaklara Güzel Cevap - ÖRTÜNMEK İSLAMIN EMRİDİR. CHP'den,İSLAM DİNİNE HÜCUM CHP Deşifre Olmuştur Bunlar,Türbanlıyı mahkemeye veriyor,Çarşaflıya rozet takıyor.Halkı aldatıyorlar.
    13 yıl önce
  • HIRİSTİYANLAR PİSLİKTİR SEVİLMEZ - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    14 yıl önce
  • Hıristiyanlar Sevilmez - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    14 yıl önce
  • Hak Din İslamdır - *HAK DİN.TEK DİN.İSLAMDIR.* (ÂLİ IMRÂN suresi 19. ayet) إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebileceklerini, fakat Allah’tan...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - İki Yüzlülüğün Kötülenmesi 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebile...
    14 yıl önce
  • HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) - 15: HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) *BÖLÜM: 1* *Ø** KENDILERINDEN KALEM KALDIRILAN, CEZA VERILMEYEN KIMSELER VAR MIDIR?* *1423-* Ali (r.a.)’den rivâyete göre,...
    15 yıl önce
  • SAPIKLIĞA DÜŞEN KAVİMLERİN GÖRÜŞLERİ - Şimdi bizim sapık kavimlerin rububiyetle ilgili görüşlerini incelememiz Kur’an-ı Kerim’in onları hangi noktalardan ve niçin reddetme yoluna gittiğini ve b...
    15 yıl önce
  • Demokratik çalışma ve amel ilişkisi - *Demokratik Çalışma ve Amel ilişkisi :* İslam adına , müslüman olarak belli bir partinin çalışmalarına katılan kimselerin yaptıkları bu iş, sıhhat şartl...
    15 yıl önce
  • İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT - بســـم الله الرحمن الرحيم "(İyi bilinmelidir ki) Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar üzülecek de değildirler. Onlar, iman edip (gerektiği gi...
    15 yıl önce
  • Çay Sohbeti - *İBN-İ TEYMİYYE** ve İBN-İ TEYMİYYE-7.Cilt ve İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT* *İslâm Güneşi,Mekke'den Doğar.Dünyayı Aydınlatır.* *İslâm Bahçesinde,Dinî Yazı,Resim ve...
    15 yıl önce
  • Lanetlikler - الحديث الرابعوالثمانون عن أبي هريرة رضي اللّه عنه قال لَعَنَ رسولُ اللَّهِ صلى اللَّه عليه وسلّم مُخَنَّثِي الرِّجالِ الذينَ يتَبَّهونَ بالنِّساءِوالمُتَ...
    16 yıl önce