Bu dava İslam ve insanlık tarihi boyunca Örnek olan bir nesli sahabiler Allah onlardan razı olsun neslini ortaya çıkarmıştı. Fakat böyle bir örnek nesilbir daha ortaya çıkmadı. Bu nesli örnek edinen fertler görülegelmiştir, Ama davanın ilk döneminde olduğu kadar çok sayıda örnek insanın bir araya geldiği görülmemiştir.
Önümüzde aramızda olmayan tek unsur, peygamberimizin şahsıdır.
Bu davetin yürütülmesi ve etkili sonuçlar elde edebilmesi için peygamberimizin şahsının varlığı kesin bir zaruret olsaydı. Allah bu daveti, insanlığın tümüne şamil kılmazdı. İlk dönem neslini besleyen kaynağı araştırmak zorundayız. Yetiştirmelerini sağlayan metodu inceleyelim:
Birinci kaynak Kurandı... O dönem insanlığın elinde Eski İran uygarlığı, onun sanatı, onun şiiri, mitolojisi, inanç sistemi ve hikmet manzumeleri vardı. Yahudilik ve Hıristiyanlık Arab yarımadasının kalbinde yaşarken, eski Roma ve eski İran uygarlıkları yarımadayı Kuzey ve Güneyden sarmış bulunuyorlardı. O nesli Allahın Kitabnıa bağlayan faktör, dünya çepında bir uygarlık ve kültür kaynağından mahrum olmaları değildi. Onların bu tutumu bile bile verilmiş bir karara ve belirli bir amaca yönelmiş bir metoda ve karara dayanıyordu.
Peygamberimiz kalbi, aklı, bakış açısı, şuuru ve teşekkülü Kuranda belirlenen ilahi metodun dışında kalan her türlü yabancı tesirden aındırılmış bir nesil meydana getirmek istiyordu.
Sonra ne oldu, kaynaklar birbirine karıştı. Daha sonra gelen nesillerin beslenme kaynaklarına Eski Yunanın felsefe ve mantığı, İran mitolojisi ve bu mitolojinin yansıttığı dünya görüşü, Yahudi hurafeleri ile Hıristiyan putları ve bunlara benzer eski kültür ve uygarlık tortuları karıştırıldı.
Bir başka temel faktör daha vardır. Örnek neslinden farklı olan kaynaktan yararlanma metodudur.
İlk dönemin örnek nesli Kurana kültürü geliştirme, bilgi edinme, haz duyup tatmin olma gibi maksatlarla yaklaşmazlardı. Onlar gerek kendileri ve gerekse içinde yaşadıkları cemiyet hakkında ve bu cemiyet içinde uygulanacak olan hayat tarzının nasıl olması gerektiği hakkında ve bu cemiyet içinde uygulanacak olan hayat tarzının nasıl olması gerektiği hakkında Allahın emrini öğrenmek üzere Kuranı ele alırlardı. Söz konusu emri de, savaş alanında aldığı emri, derhal uygulayan bir ordu gibi, duyar duymaz tatbik üzre alırlardı. Bu şuur uygulamak üzere öğrenme şuurudur.
Hiç şüphesiz Kuran hazinelerini Ona ancak bu şuurla yaklaşanlara açar.
Üçüncü faktör daha vardır.
O zaman İslama giren kişi, giriş kapısının eşiğinde cahiliye dönemindeki geçmişinin tümünden sıyrılmanın şuuru içind olurdu. Biz de bugün, islamdan önceki cahiliyenin tıpkısı, hatta belkide daha koyusu içindeyiz. Çevremizdeki her şey cahiliye damgası taşıyor.
Buna göre İslami hareket metodu uyarınca girişeceğimiz eğitim ve oluşma dönemi boyunca içinde yaşadığımız ve dayandığımız tüm cahiliye etkilerinden sıyrılmamız gerekmektedir.
İlk görevimiz, İslam metod ve bakış açısı ile temelden çelişen ve ilahi metod uyarınca yaşamaktan zorla ve baskı ile bizleri alıkoyan cahiliye cemiyetinin pratiğini köünden değiştirmektir. Atacağımız ilk adım, kendimizi bu cahiliye cemiyetinin onn değer ve görüş açılarının üzerine çıkarmak, dışında tutmaktır.
Bu uğurda meşakketle karşılaşacağız.
Bunun yanında, her zaman metodumuzun özelliğini, durumumuzun özelliği, o örnek ve eşsiz nesil gibi cahiliyeden sıyrılabilmek için tutmamız gereken yolun özelliğini iyi kavramak çok yararımıza olacaktır.
Seyyid Kutup
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder